Quantcast
Channel: Tuğba'nın Dünyası
Viewing all 277 articles
Browse latest View live

Pazar notları

$
0
0
Bugün tamamen tesadüflerin sonucunda hep kediler ile ilgili şeyler okudum, onlarla ilgili fotoğrafları gördüm, onlar için yazılmış yazıları okudum. Sonra da eve gelip kedimle uzun uzun konuştum ve onu bolca koklayıp öptüm. Bugün yine her zamanki gibi bir gündü bizim için, rutindi; ama güzeldi. Çünkü hala görebildiğimiz güzellikler var, görebilme isteğimiz var, hayal kurabiliyoruz. 

Böyle takvimleri çok seviyorum. Her bir görseli Pinterest cennetinden buldum. Benim gibi kedi severler için paylaşıyorum. 

Benim gibi kedi aşığı yeni insanlar ile tanışıyorum her gün ve bu beni çok mutlu ediyor. Bazen benden çılgınlarını da görüyorum o zaman daha da mutlu oluyorum. E biraz da rahatlıyorum tabi tek olmadığımı düşünerek. 




Herkes için güzel bir pazar günü olmuştur umarım. Ben bir parça buruktum yine çünkü pazar günlerinde her zaman söylediğim gibi burada olmak farkındalığı üzerime çöküyor, sosyal medya desteğiyle de perçinleniyor. Böyle günlerde hep daha çok yazmak istiyorum. Bugünlerde okumak daha iyi geliyor ve keşke hep pazarları güneş olsa diyorum çünkü kendimi dışarı atmak mutlu ediyor.

Şu anda bahçede oturuyorum, uzanıyorum biraz aslında. Hava serin. Üzerime ince bir şal ve bir de pike aldım. Elektrikli ocağın rezistansının çıkarttığı çıt çıt sesiyle fokur fokur kaynayan su sesi birbirine karışıyor, çay demleniyor. Sarınıp sarmalanıp bahçede serinliğe inat çayımı yudumlamak hoşuma gidiyor. Henüz güneşin kırmızılığı bile gökte asılı, belki bir süre sonra o yüzünü hiç göremediğim baykuşlar da gelirler. Keçiler uyumaya gitmişler belli, bahçede bir ben varım bir de saksılarını değiştirdiğim kaktüslerim. Masamın da örtüsü yamulmuş annem olsa kızardı düzelt derdi öyle çirkin çirkin örtme derdi:) Şu an sarmalandığım yumağın içinden çıkmam çok zor o yüzden yazmaya devam ediyorum.

Yarın umarım yine güzel ve güneşli bir gün olur. Güzel havalarda öğlen aralarında eve gelip verandadaki kanepeye uzanıp birkaç sayfa okumayı seviyorum. Zaten yeni gelen günden daha da başka bir şey istemiyorum, güneşi bol olsun yeter..

Bol güneşli, kitaplı, kedili, mutlu, umutlu günler hepimize...


Günlük ritüeller

$
0
0
Saate bakıyorum da geçiyor minik sayılardan kocamanlarına atlaya atlaya, pürtelaş. Kuşlar yine cıvıldıyor, adımlarımdan karıncalar yol yaratıyorlar kendilerine. 

Okumak bir ritüel, okuyacak bir şey olmasa bile aklımdan anıları çıkartıp önüme koyup okuyorum bir bir. Ya unutursam diyorum her seferinde? Unuttuğum gün hatırlatacak bir şeyler olmalı?

Bu sıra renkli kalemler, desenli defterler, danteller ve fotoğraflar mutlu ediyor beni. Hep uzanmak, havayı koklamak, bir şeylere sarılmak, serin sular yudumlamak istiyorum çokça. 

Yaz geliyor ya aklım uçup gidiyor sanki. En çok yaz zamanlarında hakim olamıyorum düşüncelerime, avucumda kelimeler kalakalıyor. 


Şimdi olmak istediğin yer neresi diye sorsa birisi işte burası derdim anında! Pek çok kişinin bilmediği ve bilse bile görmezden geleceği minik bir sahil kasabasında, Kefken'de. Oraya her bir çocukluk anımı sığdırabildim ben, o denli büyük benim gözümde ve o denli kıymetli. Şimdi o ağacın altında yazıyor olmak isterdim bu satırları, teknelerin sesi eşlik etseydi fena mı olurdu yani?


Işık ne mühimdir hayatımızda oysa, sadece karanlık olduğunda anlarız kıymetini. Kedim bile sabahları panjuru açınca bir başka mutlu oluyor sanki. Bu birkaç gündür kızgınlık döneminde, başa çıkmaya çalışıyoruz, sevgiyle...Güneşe gözlerini kısarak bakıyor ama güneş alan yerlerde kıvrılmayı da ihmal etmiyor. Hem evlerimiz, o güneş gelen tatlı evlerimiz nasıl da huzurlu ve korunaklı aslında. Hep eve dönüşler geliyor aklıma ve türlü yol yorgunlukları, böyle fotoğraflara bakınca. Bir de temizliği sevdiğimi ama can hıraş temizlik yapmayı sevmediğimi düşünüyorum. Yerlere sürünen perdeler hep toz toplarlar ne de olsa!


Bu kadın ben olabilirim. Belki zihnim gitmiştir bir deniz kıyısına. Alabildiğine rüzgarlı da olsa denizin sesini duyardım ben eminim ve o güzelim dalgalar üzerimi incecik bir yorgan gibi örtse keşke. İncecik kum tanelerine elimi daldırsam ve damla damla olmuş tenimi güneşte ısıtsam. Keşke yarın gelse yaz! Belki çok istersem olur!

Not: Sosyal medya delisi olmayalım olmayalım diyorum ama üç gün internetsiz kalınca kafayı yiyorum. Bunu da buradan itiraf etmiş olayım. Yine bir kablo sorunu yaşadık ama neyse ki şimdilik geçti. Ohh ya neydi o günler öyle...Bir gün bunların hepsine güleceğiz inşallah!

Kara

$
0
0

'Söylenecekler az kalır, hissedilenler yakıyor, ama tabi sadece insan olanların hissettikleri!'

Kimisi de var ki 
'Ölüm kaderleri' diyor...
Ona da insan denir mi ki şimdi?

Keşke gerçekten UNUTMASAK



Gerçekler hep mi acıtır?

$
0
0
 fofoğraf: pinterest

Herhalde kötü olanları hep acıtır, kanatır, deşer!

Bilmiyorum, acıtmayan gerçekler de vardır elbet, sevmek, sevebilmek gerçeği gibi. Zaten sevmenin anlamını kavrayabilseydik, olmazdı ki tüm bu olanlar. İnsan olabilmek, kendin dışındakileri sevebilme kapasitenle ilgili bana kalırsa. Ağaçları, havayı, çiçekleri, kağıtları, başkasının varlığını, başkasının yaşama şeklini, alışkanlıklarını, ellerini, hayata bakan gözlerini, hayvanları, minik böcekleri, eski eşyaları, geçmişi, geleceği, fotoğrafları ve ötekileri...İçimizde en kıyıda kalanları sevebilmek demek, yaşayabilmek, hakkıyla!

Bazen gördüklerimin ve duyduklarımın doğruluğu karşısında şapşallaşıyorum, afallıyorum, duruyorum öylece. Hep böyleymiş böyle gider, zaten mantalite böyle, değişim çok zor gibi cümleler sarf ediyorlar ki bu sıra ben de ediyorum çokça, ama inanmak istemiyorum doğruluğuna. Buna inanmak demek umut etmekten vazgeçmek demek, noktayı koymak demek. Hala gözlerde umut görebiliyorken vazgeçmek olası değil!

Bu bildiğim hayatta evet ne oluyorsa hep fakire oluyor. Öyle çok fakirlik çekmedim, elbette ki bilemem neler yaşadıklarını ama tahayyül edebilirim bir parça, iyi gözlemlerim ve dinlerim, okurum. Paralarını savuranlar var etrafta bolca, o süslü giysilerini giyip, kulaklarını yaşananlara ve gözlerini o insanlara kapatanlar var hem de her yerde. Sokakta kafasını çeviren, yüzünü buruşturan, düşse tutup kaldırmayan, tiksinen, aşağılayan...

fotoğraf: pinterest

Bu yaşıma kadar duyduğum pek çok kötü haber oldu elbette, ama büyüdükçe duymakla kalmıyorum bu kötü olayları, hissediyorum, anlıyorum, anlamlandırıyorum, üzülüyorumi kahroluyorum. Türk filmlerinde bile güzel değil kötüler, öyle şaşırıyorum nasıl oluyor diye işte. Oysa pamuklarda da büyütülmedim gerçek anlamda, tek çocuk bile olsam. Tek çocuğum ama çok çocuğum çünkü. Yalnızlıklarım bile hep kalabalık olmuştur.

Neleri unuttuk öyle değil mi? Depremde yitirilen onca umudu mesela. Yıllar oldu geçti gitti işte. Oysa öyle mi yara alanlara. Hala o zamanda çakılı kalan ne çok hayat var ve ne çok nefes alamayan. Hep bir yalan, inkar, örtbas, sahte her şey. İşte böyle düşününce ne anlamaı var diyor insan böyle bir hayatta yaşamanın, yaşatmanın. 

Umuyorum ki bu sefer geçip gitmeyiz bu acılardan. Onca yüreğimizi delen kömür karası bakışı unutmayız! Hayat devam ediyor elbette, edecek ama önemli olan nasıl devam ettiği, geldiği gibi mi yoksa değişerek, güzelleşerek mi?

Daha görecek günlerimiz vardır elbet!
Umutla bekliyoruz


Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramımız kutlu olsun!

$
0
0


 Nerede ve ne durumda olursak olalım Ata'mızın izindeyiz, her zaman...

UNUTMAYALIM!

Ruhumuzun arka kapısı

$
0
0

Bir arka kapısı olmalı ruhumuzun, ama eski, ama gıcır gıcır.

fotoğraf: tumblr

Cezayir'de bir ev. Aylar oldu bu fotoğrafın bilgisayarımda bir arşivde beklediği. Duvarlarını, demir trabzanlarını, eski yer karolarını, kreme çalan kapısını sevdim. Biraz hüzünlü, biraz acı dolu bir fotoğraf olduğunu düşündüm ilk günden beri. Tam da içinde bulunduğumuz günlere uygun. 

Evet biliyorum ve anlaşılıyor, bu kapı bir banyoya açılıyor. Olsun, ruhumuzun kirlenen taraflarını da temizliyoruz orda kimilerimiz. Bazen suyun altında bekleyerek, bazen köpüklerle oynayarak, bazense ıslak duvarlara aklımızı çarpa çarpa. 

Merdivenler güzel ve büyülü bir masala çıkıyor belki de, kim bilebilir? Öyle düşünmeyi seviyorum ben. Hem paslı demir korkulukları dalga şeklinde, evi yapan hayal edebiliyormuş demek ki bir zamanlar!

Geçip giden zamanlar; Cezayir

$
0
0
Eskiye dair pek çok şeyi seviyorum. Bunu gün geçtikçe daha da onaylıyorum gördüklerim, hissetiklerim hatta yapıp ettiklerimle. Hele eski fotoğraflar nasıl da beni cezbediyor anlatamam. Özellikle de yaşamımda iz bırakan yerlere dair olanlar. Cezayir hayatımın büyük bir kısmını kaplayan, doğduğum ve okuduğum şehirden sonra üçüncü yer oluyor. Ama kıyas kabul etmeyecek kadar farklı, uzak, ırak ve zamanın gerisinde. Hep derim ya bir inziva dönemi gibi yaşadığım bu yıllar. Ne kadar hayata dahil olmaya çalışsak da yapamadığımız, bizi hep geriye iten zamanlar, ama bir o kadar da özlenmeye değer. 

 Algiers, Algeria. 1973

Erkekler bu fotoğrafta olduğundan çok da farklı geçirmiyorlar şu anda da hayatlarını. Sokaklarda yoğunlukla karşılaşılan bir manzara bu. Ama tabi buradaki insanlar biraz daha farklı bir kesim gibi, çok Cezayir'i anlatır bir kare gibi değil. Başkentte her zaman gittiğimiz caddelerden biri burası. Sokakta pek çok kafeteryanın olduğu bir muhit. Bu havasını seviyorum Cezayir'in. Hep koşturmaca halinde geçtiği için şehir gezilerimiz, o sokak kafelerinde henüz oturmayı başaramadım, yani o caddedeki kafelerden birinde. Yoksa başka pek çok yerde oturuyoruz elbette. 

Women of Algiers. L’Otomatic rue Michelet, Alger 1960

Şu zamana kadar böyle kadınların oturduğu bir masaya denk gelmedim ben, özellikle de sokakta ve bu denli modern bir tavırla. Belki de ben denk gelmedim bilmiyorum ama genelde hafta içinde sıkça karşılaşılan bir manzara değil topluca bir kafede oturmaları. Bu mekan da aynı cadde üzerinde bir yer. Şu fotoğrafa baktıktan sonra yeniden oradan geçecek olmak düşüncesini seviyorum. Tarihe tanıklık etmek işte bu! Değişen çok az şey var buradaki dokularda. Bu yüzden sıklıkta zamanda yolculuk yapıyor hissine kapılıyorum.

Bir başka Cezayir

$
0
0
Cezayir aslında hep aynı, değişmedi o eskiye dönük yüzü. Sadece ilk geldiğimiz yıllara oranla biraz farklı. Farklı olan da ne insanlar ne kültür, değişen sadece eşya. (diğer anlamıyla) Birkaç yeni bina, çeşitlenen meyve sebzeler de yanında ekstra, hepsi o. Yoksa ne insanların yaşamı, ne binaların düzeni, ne sokakların dokusu, ne de bakış açıları değişti. Asıl değişim odur aslında öyle değil mi? Birkaç süsleme oldu şehirde hepsi o. O da başkentte. Bizim gibi başkente uzak yerlerde çok da ses getiren değişiklikler olmuyor, çünkü burada her şey çok yavaş, zaman da yavaş akıyor. 


Başkente giderken farklı yollara, ara sokaklara sapmayı seviyorum. En son gidişte öyle bir yola girdik ki bayıldım. Ama tabi arabayla geçtiğimiz için o çok beğendiğim mekanları fotoğraflayamadım, sadece aklıma yazdım. Begonvilli evler, harika desenli seramikleri olan bir cami, renkli evler gördük. Hoşuma gitti. Binalar hep böyle panjurlu veya balkonları demir parmaklıklı. Dışarıdan görülmek istemiyorlar. Çoğu güzel teras, balkon sırf içe dönüklük yüzünden verimli kullanılamıyor. Bunları her fırsatta yazmaya çalışıyorum.


Bu da bir apartman. Genelde pek dökükler. Herhalde iyi binalar sayılıdır, o hani kat lambası bulunan, kapıcısı olan, gün aşırı veya haftada bir temizlenen, yani bizim bildiğimiz gibi olanlar. Mobilis yazan mavi tenteli yer minik bir dükkan. İçinde telefon kartı falan satılan türden bir yer. Kontörlü konuşma da yapabiliyorsunuz. Mobilis burada benim de kullandığım telefon servisinin adı, Djezzy ve Nedjma adlı olanları da var, Mobilis sıkça tercih ediliyor. Bazı dükkanlar sadece telefon etmek için açık kalıyor düşünebiliyor musunuz? Eskiden büfelerde kontörlü telefonların olmasına benzetiyorum ki hala olan yerler var, ama ne derece kullanıldığı önemli. Burada cep telefonlarından aramak yerine oralardan aramayı tercih eden bir çoğunluk var. Mesela bakkallardan tek dal sigara almak buralarda hala geçerli bir uygulama.


Yoldaki satıcıları seviyorum. Hep en tazeyi satıyorlar. Yan taraflardaki tarlalardan toplayıp hemen önünde satıyorlar. Soğan, patates, kıvırcık çok sık görülüyor. Bir de kavun tarlaları çok olduğundan tarla kenarlarında sıkça kavun satıcıları oluyor. Bizim yaşadığımız şehir kavunu ile ünlü ve inanılmaz güzel kavunları var. Bizim Kırkağaç kavunundan güzel gerçekten ve kış aylarının başladığı zamanlarda bile kavun yiyebiliyoruz bal gibi oluyor. 


Bu teksas kıvamındaki yer de bir restoran. Pizza falan satan bir yer sanırım. Cuma resmi tatil günü olduğundan henüz yeni açılıyordu herhalde. Pek teferruata ihtiyaç duymazlar dükkan sahipleri, temizlik veya süs, dekorasyon öyle tercih edilen bir şey değil. İhtiyaç olanı satsın yeter. Olmayanı da yan dükkandan kapıp getireyim mantığı hiiiiiç yok. Ben en çok bizim esnafımızın keskin zekasını özlüyorum burada ve o asla yok demek istemeyen haklı gururunu. Bazen burda olan şeyi bile getirmeye üşeniyorlar. 


Bu da hala yola çıkabilen bir araba. Sanmayın ki terk edilmiş. Eskiden bu tip arabaları daha sık görürdük trafikte ama şimdi belli yaştakilerin trafiğe çıkması yasaklandığından, eskisinden daha az karşılaşıyoruz. Ama kapısı olmayan arabanın bile yolda gittiğini gördüm. Camı olmayanlar, aynası olmayanlar, farları yanmayanlar çoğunlukta. Artık şaşırmıyoruz, benimsedik.


Burası da kampımızın hemen yakınındaki Naciria köyünün lojman tipi evlerinden biri. Ben o eski lojmanlara çok benzetiyorum. Ama tabi benim gördüğüm lojmanlar bunlardan kat kat iyiydi. Ne kadar kötü durumda olursa olsunlar, balkonlarına görünmez olmak için gerdikleri mavi çizgili tente kumaşlarını ve iplere asılı renkli çamaşırları seviyorum. Ruhumda çingenelik var sanıyorum. Yaşanmışlık hissi veriyor bana ve sanırım dokuya da yakışıyor. Cezayir'i modern düşündüğümde içini dolduramıyorum! Bu haliyle var olmasını seviyorum. 

Tabi bizim için yaşama kolaylığı bakımından daha temiz, daha modern ve daha içinde bulunduğumuz yüzyıla uygun olmasını dilerdim. 


An'dan içeri

$
0
0

'Düşmezse düşmesin yakamızdan ölüm,
Bizim de üstümüze güneş doğacak gülüm,
Gülüşüne bir kurşun sıksa da ölüm,
Unutma ki umuda kurşun işlemez gülüm.'
Nazım Hikmet

Nazım Hikmet'in ölüm yıldönümü bugün. Onca güzel eserle hapishanede, sürgünde geçen koca bir hayat iç içe! İçim acıyor düşününce, ama bakışı da içimi ısıtıyor. Keşke onun gibiler hiç ölmese...

***

fotoğraf: Amel by Flickr

Güzel tarafları da var bu coğrafyanın, güzel insanları da var elbet. Anneannem Allah kötü kimselerle karşılaştırmasın insanı derdi eskiden, şimdi düşününce ne kadar haklı diyorum. İnsan büyüdükçe dilekleri ve duaları da değişiyor. Bu eski yüzlü evler, pencereler, perdeler; beni bilmediğim, yaşayamadığım fakat anlatılanlardan sanki yaşamışım hissi ile dolduğum, memleketimin geçmişine götürüyor. Bu fotoğrafı çok seviyorum. 

***

fotoğraf: Tumblr

Ahh bir de şu sardunyalar. Bazen inanır mısınız burnuma sardunya kokusu geliyor rüzgarla, hem de öğlenin tuhaf bir vaktinde. Ne zamandır yazacağım. Bugün bir arkadaşım yazınca hatırladım. Kokular geçmişe götürüyor ya insanı telaşla, işte bazen orada saatlerce kalmak istiyor canım. An'lardan içeri dalıp, öylece durmak! Sardunyalar hep babaannemi hatırlatıyor. Onu özlüyorum!

***

Ahh be Haziran, 
bir güldürsen artık yüzümüzü!

Pazar notları

$
0
0
Pazar günleri gözümde her daim çekici olmuştur. En çok da kalabalık kahvaltı sofralarını severim pazar günlerinde. Bir de doğa ile bir olmak gibi gelir sanki pazar kelimesinin anlamı. Hem zaten hep pazara, o renkli sebze meyvelere koşmak vardır doğamızda, ailecek.

Pazarları çalışma fikrine alışamadım, alışamayacağım. Geleli 7 seneden fazla oldu durum hala böyle. Bir de siesta ne güzel şey deyip duruyorum kendime bir süredir. Huzur dolu, yaşayabilmek odaklı bir ülke'de uyanmak hayali kuruyorum. Bizde her şey pür telaş, sıradanlaştırılan mevzuların içinde yüzmekle meşgul insanlar, gereksiz şeyleri dert edinmek ve suratsızlık diz boyu. Suratsız, meymenetsiz insanları sevmiyorum. Güne her daim gülümseyerek ve şükrederek başlayan insanlar olsun istiyorum etrafımda. Sanırım huzur isteyecek yaştayım artık.



Ahh şu Cezayir kahvesi. Başka yerde tadını bir türlü bulamadığım. Daha iyi kahveler de içtim, var elbette ama onun dokusu, kokusu içimde başka türlü duygular uyandırıyor benim. Buradan gittiğimde en çok bu kahveleri özleyeceğim. Bir de onların satıldığı, karanlık, kalabalık hiç giremediğim ortamlarını. 

Cezayirliler rahat insanlar. Arap kültüründe o rahatlık zaten biliyoruz ki fazlaca mevcut, çalışmayı da sevmedikleri su götürmez bir gerçek. Bizi fazla telaşlı, sabırsız buluyorlar. Bana göre de onlar fazla rahat ama artık belki de iyi olan budur diye düşünmeye başladım. Zira biz telaşa kapılıyoruz da ne oluyor öyle değil mi? Hala 7 senelik evli olduğuma inanamıyorum şu günlerde, daha 2 falan ancak oldu diyorum bazen. Zaman çok uyanık!

Ben hala nakış kursuna gitmek hatta mümkünse bir kalaycıya girip çalışmak, bir kasaptan etin sırlarını öğrenmek, kitapçılara saatlerimi vermek, evde mutlu olacağım hobilerimle uğraşmak istiyorum, tüm derdim bu aslında. Günün birinde deniz gören bir evim de olacak, dalganın sesine doyacağım ona da çok inanıyorum. Hayatta herkes bir amaç uğruna yaşar sanırım, o amacı bilmek önemlidir ve inanmak. Astronot olmak istediğim günler artık çok uzak, şimdi de tek derdim yazmak ve birilerinin beni kelimelerimle tanıması!

Bir de biz Türkiye'deyken yağmur yağmasın Tanrım ne olur!!!

Şeffaf, normal cam

$
0
0

Bu sıra yine İzmir'deki evimizin detayları ile ilgili telaş içerisindeyiz. Uzaktan uzaktan olunca böyle tabi bazen işin içinden çıkması zor oluyor. Kayınpederim bizim yüzümüzden perişan oldu adamcağız kilo verdi eve gidip gelmekten. Ama zaten o olmasa biz hayatta yapamazdık 3000 km uzaktan o evin tadilatını. Eee gelince de yapmak gibi bir lüksümüz yoktu tabi, biz gelene kadar çoğu bitmeliydi. Geriye iç boyası, armatürler seçimi, ankastre ve mobilya alması kaldı.

Herkes anlatıp duruyordu, bu ustalarla yaşadıkları tecrübeleri. Ama insan gerçekten başına gelmeden anlamıyormuş demek. Usta milleti bir acayip. Şimdiye kadar türk filmleri haricinde kimseyi de görmedim duymadım böyle saf iyi niyetli hemen bir çırpıda dediğini kavrayıp hemencik yapabilen. İlla bir yerinden bir şey çıkacak ve illa da kendi dediğini yaptıracak. 

Yani anlayacağınız ev tadilat işi zormuş. Kısa zamanlı yıllık tatillerde gelip de koştur koştur onu bunu seç falan  da cabası. Bir de insan araya zaman girince seçtiklerini de unutuyor yaptıracaklarını da. Acele oldu mu aman hadi bu da olsun bari deniyor sonra vay efendim acaba böyle mi olsaydı diye düşünmeye başlanıyor. Henüz keyifli kısmına geçiş yapamadık bekliyoruz bakalım. Herkesin ortak kararı mobilya ile döşeme kısmının eğlenceli olacağı, göreceğiz. 

Ne kadar ince detaylar varmış meğer diye düşünüyorum. Hani ne var bir renk seçerim olur biter diyorsun ama Allah aşkına düz beyaz boya diye düşündüğüm şeyin bile elli çeşiti var. Yahu beyaz dediğin beyazdır işte öyle değil mi. Beyazın adını değiştirip elalemin kafasını karıştırmanın ne manası var. Yeni tarzlar yaratacağım diye de suyunu çıkartmamak gerek diye düşünüyorum. 

Mutfak dolaplarının bazılarının camları şu ufak ufak olan Fransız camı modeli olsun istedim. Oh seçtim rahatladım dedim meğer camın da yok desenlisi buzlusu buzsusu dokulusu varmış. Ben bildiğin normal şeffaf cam istiyorum dedim. Bakalım sonuç henüz belli değil. Bu sıra ustalara anlatmak için kelime haznemi geliştirmeye çalışıyorum. Bildiğin cam deyince anlaşılmıyor şeffaf normal cam daha akılda kalıcı herhalde. 

Dekorasyon dergilerine ve sitelerine baka baka insan kendinden ve yaşadığı hayattan uzaklaşıyor bunu da bilip söylüyorum işte nihayet. Her şey oradaki kadar toz pembe değil. En son heves edip benim de böyle bir fırınım olsun dediğim renkli fırına 15 bin tl fiyat çektiler. Sonra kendi kendime bir dur dedim, hayallerin de bir sınırı olmalı elbette. Mesela şöyle bir örnek de vermek istiyorum. Dekorasyon sitelerinde ve özellikle yabancı sitelerde ocakların üzerinde bir tencere musluğu görürsünüz sıkça. Bizim toplum pek öyle şeyler kullanmaz. Orada göre göre çok içim ısınmıştı ne yalan söyleyeyim. Alt tarafı ocağın geleceği kısıma tesisat çekilecek dedik. Musluk da değişik bir model olduğundan internetten sipariş veririm dedim ama fiyatını görünce dudağım uçukladı. Eve tadilata gelen ustaya da ocak üzerine musluk istiyorum deyince amcanın yüzündeki ifadeyi görmenizi isterdim doğrusu. Olmaz diyemedi tabi. En son anladım dedi ama tamam dediği şey ocağın üzerine koymayı tasarladığı fransız usülü taharet musluğundan başkası değildi. Öyle olmayacağını söyledik ve bu fantezimizden vazgeçmiş olduk, yoksa mutfakta taharet musluğu ile yaşamak zorunda kalabilirdim. 

Keşke hayat da böyle şeffaf normal cam gibi olsa diyorum şu sıralar ve bir şeylere karar vermeye çalışmak hakikaten zormuş. Hani en kötü karar bile kararsızlıktan iyidir derler ya o da yalan. Sonrasında o kararı da düzeltmesi zor oluyor çünkü aklınızda olsun. 

Şu an benim için en heyecanlı kısım internetten evime aldığım renkli emayelerimin gelmesi. Dolap kapaklarım henüz takılmadı ama ben şimdiden içlerini doldurmaya başladım bile:)Dekorasyon dergilerine bakmıyor muyum tabi bakıyorum ama daha kendimi bilerek bakıyorum! 

Bana kalırsa o imrendirici mutfaklara bakıp hayale daldıktan sonra kendi kendini çimdikleyip uyandırmak en iyisi!

Aaa bir de sırf görüntü olsun diye bazı şeyler. Hiç kullanışlı değil. Onlara da aldanmamak lazım. Sonuçta o evde yaşanacak. İşin kurdu olanlar cehennemi bile adama reklamlarla cennet gibi diye satıyorlar durum budur!

Yolcu yolunda gerek derler

$
0
0

Şu durumda olduğum su götürmez bir gerçek. Bu yolda olma hali artık gerçekten sıkmaya başladı. Normalde severim yola çıkarkenki hazırlıkları, o yolda olma halini ve hasretle görmeyi arzulanan yerlere varmayı. Uçağa alışamadım hala nedense. Uçakta olmak bir süreliğine teste tabi tutulmak gibi ve bu teste her altı ayda bir girmek icap ediyor ne yazık ki. İstanbul'a indiğimdeki rahatlığımı tarif etmem mümkün değil. Bu bavul toplamalar, kilo ayarlamalar, bavul acaba açıldı mı içinden bir şey çalındı mı stresi, olur olmaz şeyler için arıza çıkartma halleri çekilecek dert değil. Bir de uçak stresi buna eklenince tam bir cinnet hali oluyor. Bu gitme gelmelerde ömrümden ne kadar gitti acaba ve geriye ne kaldı?

Sayılı günler kala zaman geçmek bilmiyor. Ama biliyor musunuz gidiş gününün gelmesinden daha iyi beklemek. Çünkü bugün kafam kazan gibi. Acaba bir şey unuttum mu diye düşünüyorum. Hem şimdiden kedimi de özledim. Kedime eşimin kardeşi bakıyor. Orada mutlu mesut oynuyordur şimdi kızım. Kedisever birilerine emanet etmek çok önemli yoksa insanın gözü arkada kalıyor. 

Uçakta umarım çoook uykum gelir ve hemen uyurum. Genelde gözlerim kocaman açık oluyor yoldayken, rahatsız koltuklarda da pek uyku tutmuyor zaten uykum gelse bile. Kendimi yormaya çalışıyorum ki uyumaktan başka çarem kalmasın. Tabi hal böyle olunca da insanın kafası kazan gibi oluyor. Yine de sonunda kavuşmak olunca, o yere ayak basma anında tüm bu korkular uçup gidiyor, hafifliyor insan. Bir de memleketin kokusunu duyunca değmeyin keyfimize. Allahtan daha uzak bir kıtada falan değiliz. Yolculuk 3 saat sürüyor, sonra da İstanbul'dan 50 dk İzmir sürüyor. Uçak saatleri arası da çok uzun değil. Hoş, uzun aralıklar vermek bana kalırsa daha iyi, en azından biraz dolaşıp kafa dağıtıyoruz, soluklanıp kahve falan içiyoruz. 


Eşim yanımdayken daha normalim. O yokken kurbağa gibi kıpkırmızı ağlamaktan şişmiş gözlerle iniyorum uçaktan genelde. O varken içim daha rahat. Hava da umarım güzel gider. Pilotumuza da saygılar buradan, güzel kullansın inşallah:)

Gidelim memleketimize,
denizle hasret giderelim, 
kuşlarla simit yiyelim, 
sıcak sıcak, fırından yeni çıkmış börek kokusunda kaybolmak istiyorum.
Demli bir çay içmek, 
kocaman bir kitapçıda hayallere dalmak, 
evim'de olmak istiyorum.

Evde olmak hep güzeldir! 
Dönebilecek bir evimizin olması mutluluk verici,
ve bizi seven ailemiz dostlarımız iyi ki varlar!
Türkiye'den haberlerle en kısa zamanda yeniden görüşebilmek dileğiyle...
Hepinize kocaman sevgiler...

Kaldığı yerden devam ediyor hayat

$
0
0
Herkese Merhaba;

Bir Türkiye tatili yine geride kaldı. Cezayir'de, sanki hiç gitmemişçesine devam ediyoruz. Ne olursa olsun özleniyor buradaki hayat. Türkiye'deki yeni hayatımızın ilk adımlarını atmışken dahi olsa yine de buraya gelince anladım ki özlemişim. 

Tatil yine adına yaraşır biçimde geçmedi. Bu sefer hele hiç tatil gibi olmadı. Ne yazmaya zaman bulabildim ne de okumaya. Aslında niyetimiz de kafamızdakileri gerçekleştirmek ve evimizi oturulabilecek hale getirmekti giderken, biliyorduk biraz da olsa bu denli yoğun olacağını. Fakat yine de çok uğraş verdik, yorulduk. Genelde tatillerde kilo alan ben bu sefer hem koşturmacadan hem stresten hem de evin merdivenlerini inip çıkmaktan 3 kilo verdim. Pek de iyi oldu elbette. 


Artık hep yeni koyulan uçak ile seyahat ediyoruz, geceleyin. Böylesi daha iyi oluyor, hem havaalanı tenha oluyor hem de yollar boş oluyor. Bir de işten çıkıp yetişmek gibi bir strese girmiyoruz. Bu sefer normalden biraz daha kalabalıktı alan. Böyle yerlerde yatan, bağıran çağıran, şarkı söyleyen, ağlayan bir sürü insan vardı. Hac kafilesi de vardı. 


İzmir uçağına binmeden önce bekleme zamanımızda hemen bir türk kahvesi yudumladık. Suyumun içine attıkları damla sakızının verdiği aromayla da ruhum dinlendi bir nebze. Memlekete ayak basmış olmanın sevincini yaşadık. Sonrası da malum zaten ağzımız kulaklarımızda dolaştık durduk. 


Özlenen ne çok şey oluyor vatan toprağında. Hoş yakında o da kalmayacak gibi ama neyse hayırlısı. Çiçeğinden böceğine, taşından sokaklarına, insanların seslerinden kuşların seslerine kadar her şey özleniyor. Özlem ne kadar çok şeyi içinde barındırabiliyormuş meğerse!

Biraz hasret giderdikten hemen sonra evimizle ilgili işleri halletmeye koyulduk. Amaç oturulabilir hale sokmaktı evet. Neyseki başardık! Badana kalmıştı bir tek yapılmayan, biz oradayken o iş halloldu; eşim de süper bir usta olarak milimi milimine hesaplar ederek, olağanca titizliğiyle mutfak tezgah arası seramiklerimizi döşedi. Şimdi her gelen; usta çok iyi çalışmış diyor:)


Yakışıklı pofidik usta çok iyi çalıştı ama çok da yoruldu. Yine de insanın evine emek vermesi gibi güzel bir duygu elbette ki yok. 


Desenli seramiklerimle de bol bol hasret giderdim. Daha alt kat için pek bir şey yapmadığımızdan seramiklerin bulunduğu odamız boş duruyor. Öncelikle giriş katını yani salon mutfak kısmını ve üst kattaki misafir odaları ile kendi odamızı hazır hale getirdik. Alt kat yazlık olacağından, artık döndüğümüz zamana bırakıyoruz eşyasını alma işini. 


Büyük bir merakla bekledim durdum aynı bu meraklı momiji gibi, ortaya nasıl bir ev çıkacak diye. İnsan beğeniyor elbette pek çok şeyi ama onların evde aldıkları yerdeki duruşları bambaşka oluyor. Neyseki her şey içimize sindi ve beklediğimizden çok daha güzel oldu. İlk evimiz olduğu için de orayı oturulabilir hale getirmek, zevkle döşemek ve sonra uzaktan sessizce seyretmek büyük bir mutluluktu. Ailelerimiz de çok mutlu oldular bizim adımıza. Nihayet dilimizden düşürmediğimiz tadilat durumundan kurtulup, evimizi gerçekten ev gibi görünebildiği bir hale sokmayı başardık. Bu serüvende tabi henüz eksikler var ama herşey yavaş yavaş. Bu alınan yol bile öyle büyük ki aslında. Bazen fotoğraflara bakınca şaşıyorum!


Bu seramikleri de instagram'da görmüştüm ilk kez ve bodrum temalı cici bir yer haline getirmeyi amaçladığımız alt katımız için ideal olduğunu düşündüm. Daha gittiğimizin ikinci günü koçtaş'tan aldık eşimin döşediği diğer beyaz metro taşı görünümlü seramiklerle. Sonuç ikisinde de çok güzel oldu, iyi ki bunları tercih etmişim diyorum. 


Bu madalyonu da eşimle birlikte tasarladık. O bilgisayarda çizdi sonra renklendirdik. Her biri, sonrasında renkli mermerlerin su jeti ile kesilmesiyle oluşturuldu. 8 adet motif mevcut ve laleler ailemizin kadınlarını, fleur de lis motifi de erkekleri temsil ediyor. Ana hatlarıyla bu şekilde. Evin ana girişinde yerde mermere gömülü biçimde duruyor. Mobilyalarla da bu denli uyumlu olacağını hiç düşünmemiştik. Daha sonra uzaktan bir fotoğrafını da paylaşmak istiyorum, merak edenler oluyor. 


Ahh nihayet mutfağımda ufak çaplı da olsa yemek yapabildim. Önce fotoğrafta görüldüğü üzere semizotu salatası yaptım. Ailemizle ilk kahvaltımızı ve ilk yemeğimizi yemenin mutluluğunu yaşadık. Eksikler çıktı güldük, kimini tamamladık, kimi için yaratıcı çözümler ürettik. Yani tüm yorgunluğa değdi. Artık bizim de bir evimiz var. Artık göçebelik bitiyor ne mutlu bize. Ailelerimiz de bu süreçte bizim hep yanımızda oldular, motive ettiler destek verdiler, onlar iyi ki varlar. Zaten onlar olduğu için de her şey bir bu kadar anlamlı ve güzel. 


Henüz bahçe keyfi yapamadık fırsat olmadı ama balkon sefası yaptık karı koca. Evimizin bulunduğu yer pek sessiz ve sakin. Geceleri jurassic park tadında oluyor biraz, korkunç sesli kuşlar var ama gökyüzündeki yıldızlar muhteşem. Sanırım dönünce ilk işimiz bir teleskop almak olacak. Şu anda bahçemde sadece her yere uzanmaya çalışan kocaman bir pembe zakkumum ve şu fotoğrafta karşıda görünen iki minik çam ağacım var. Bakalım mevsiminde birkaç meyve ağacı, zeytin ağacı falan ekmeyi planlıyoruz. Bahçenin düzenlenmesi de artık gelip oturmaya başladığımızda olacak inşallah. 

EV GİBİSİ YOKMUŞ GERÇEKTEN!

Darısı olmayanların başına diyorum. Daha yazacak pek çok şey var. Bu başlangıç olsun. Bu denli uzun ara verdiğim için siz okuyucularımdan da özür diliyorum. Böyle ayrı kalmak beni de üzüyor ama evde internet de olmayınca bir de tabi hep telaş halinde olunca ihmal ediliyor. 

Cezayir'de hava harika. Türkiye gibi nem olmadığından rahatız. Orada inanılmaz terliyorduk. Buradaki rutin günler başladı ama olsun, o da güzel, sağlık olsun da gerisi hep teferruat. Su akıp bir şekilde yatağını buluyor!

Mutlu kalın.
Kocaman sevgiler Cezayir'den...

İnsan hayal ettikçe yaşarmış!

$
0
0
Sanırım blog yazısı yazarken en çok zorlandığım şeylerin başında, yazıların başlıkları geliyor. Köşe yazılarımın ve diğer yazılarımın başlıklarında da aynı sıkıntıyı yaşıyorum. Anlatmaya çalıştıklarımı yeterince iyi ifade edemiyorlar diye düşünüyorum devamlı. Bugün de öyle bir gün işte!

Yeniden bir ayak uydurma, ait hissetme, bağlanmaya çabalama evresindeyim. Seneler geçtikçe bu işin kolay olacağını sananlar olabilir, ben de öyle sanıyordum. Anladım ki her gidiş sonrası buraya dönüş zor bir oyunda level atlamak gibi eziyet veriyor insana. 

Söz konusu mevsim yaz olunca hele, şu an yaşadığım iç sıkıntısını ancak çok sevdiğim yazar Sabahattin Ali anlatabilirdi herhalde, tüm ince detaylarıyla.


Öncelikle yaz denildiğinde aklıma ilk gelen yer Kefken'dir. Belki şu yaşıma kadar gitmediğim yaz sayısı bir elimin parmakları kadar bile yoktur. Bu sene onlardan biriydi işte. Karadenizin serin sularına kendimi bırakmadığımda afallıyorum, ruhum delicesine kokusunu, dokusunu ve içimde yaşattığı o sonsuzluk hissini özlüyor. Kefkensiz bir yaza yaz demem ben!

Aslında bu iznimizin bu denli yoğun olacağını biliyorduk elbette. Yine de yaşananla hayal edilen hep farklı oluyor. Belki de bu denli koyacağını düşünmemiştim. Hem İzmit'i, memleketimi hem de çocukluğumun yegane temsiline gidemeyişim beni epey üzdü. Böyle bir anlamsız ve boş sanki günler. Bir de bu denli km'lerce uzaklıkta oluş zor geliyor. İzmir'de olsam atlar giderdim bir hafta en kötüsü. Türkiye'nin neresi olursa olsun mesafeler kıtalar arasında olduğu gibi zor aşılmıyor artık. 


Fırından yeni alınmış ekmekten bahsederim yazılarımda buradayken genelde. Bir defa Çeşme'de yemek kısmet oldu bu sefer. Tabi sonuna kadar bitirmek isterdi gönül ama misafirlikte olduğumuzdan sadece ucundan kopartabildim. Şu görüntü bile içimi gıcıklıyor şu anda, uzanıp kapmak istiyorum kese kağıdının içindeki o sıcacık ekmeği.


Denizin mavisi, o açıklığı, koyuluğu ve yükseltilerin görüntüsü, tanrım ne şahane! Bu renklere, doğaya aşık olmamak mümkün mü? Burası çeşme ılıca plajı. O gün arkadaşlarla çeşme marina'da kahvaltı yapmıştık. Sonra plaj arayışlarına başladık ve çiftlikköy diye bir yere gittik. Ahh keşke ılıca plajına gireymişiz :) Deniz öyle soğuktu ki... Bence sıcaklık ve temizlik bakımından en güzel deniz Bodrum'da. Bizim evimizin olduğu Akçabük koyunun üzerine tanımıyorum. Bildiğin cennet. Geçen sene harika bir tatil geçirmiştik. Bu sene tatil'in t sine bile yaklaşamadık. Ama hep güzel bir nedenden ötürüydü tüm bunlar diye düşünüp kendimi avutuyorum. Halihazırda, eksikleri de olsa oturabileceğimiz bir evimiz var artık!


Bir de çoğu zaman düşünüyorum bu güzelim doğa olmasa ne olurdu. Şu renklerin güzelliğine nasıl hayran olmaz insan? Şimdilerde hep bahçeme dikmek istediğim begonvilleri, ağaçları düşlüyorum. Hayal etmek ruhumu besliyor. Belki fazlaca hayal kuruyorum ama mutluyum! Ahh şu sıcaklar da bu denli kavurmasa şahane olurdu!

Bünyeyi tatil moduna ayarladı mı insan fabrika ayarlarına alması zor oluyor. Hala ofiste olduğuma inandıramıyorum kendimi. Daha dönmemize aylar var, daha bir dolu gün var gece var. Sanki hiç gitmemişiz gibi. Fotoğraflar da olmasa ne yapardık? Telefona yapışık yaşıyorum, ya fotoğraflara bakıyorum ya çekiyorum öyle içimden geldiği gibi. Başka da bir şey yapasım pek yok. Genelde dönüşlerde alışmak bir iki haftamı alıyor. Bakalım normale döneceğim anı bekliyorum! He ben normale dönsem de dünya git git çığırından çıkıyor ya o da ayrı bir sıkıntı! Belki de en iyisi normal olmamaktır hiç bir zaman. Ne de olsa yaşayacak sadece bir tane hayatımız var!

Pazar'a notlar

$
0
0

Yeni bir haftanın güzellikler getirmesini dileyerek başlamayı düşündüğüm yazımı dün için hissetiklerimi yazarak devam edeceğim. Ayrıca bugünün pazartesi olması halini anlatan bir yazı da yazabilirim sanırım. Bu sıra ruh halim bol yazmalı, çizmeli bir yapıda!

Şu ağacı özledim dün! Onun altındaki gölgeyi düşündüm, serinliğini yaşamaya çalıştım, rüzgar ne denli ılık olurdu, sesi nasıl gelirdi kulağıma deyip durdum. Annem böyle zamanlarda nerden de gelir aklına böyle şeyler der hep, bilmem, nerden geliyor? İçimde kocaman bir kuyu var adeta bu tür hissiyatları biriktirdiğim! Doğarken konmuş olmalı:)

Bu yazıyı kendim için değil, pazar için yazıyorum. Biliyorsunuz seviyorum kendisini. Mutlu bir gün olması halini seviyorum. Sanki tüm pazarlar mutlu olmalı gibi.

Evimizde ilk tabak çanağımızı kullandığımız gündü pazar, ailecek bir masanın başında, tıpkı çocukluğumdaki gibi yine mutlu bir gündü. Pazarları düşündüğümde hep mutlu anılar üşüşüyor aklıma. Burada pazar günlerini biriktiriyorum diyorum bazen, çünkü pazarlar hakiki olmuyor. Üzerini başka günlerle sıvıyorum çoğunlukla, mesela salı oluyor o çoğunluklar çünkü burada pazar haftanın ikinci günü. 

Dün yine gün saat 4'ten sonra bir çırpıda bitiverdi. Ramazan ayı olmasından ötürü günlerin erken bitişine alıştım. Sonrası epey zor olacak gibi. Zaten tatil dönüşlerinde pek çok şey zor oluyor ya hoş!

Ofisten çıktıktan sonra bahçedeki yarı güneşli koltuğuma uzanıp Sabahattin Ali'nin eşine ve kızına yazdığı mektuplarını okudum. Ona dair ne çok şeyi merak ettiğimi düşündüm. Arada dolduramadığım bir sürü boşluklar var. İçimde delicesine bir istek oluştu kızını görebilmeye dair. O baş sayfadaki fotoğraftaki hali her el yazısına baktığımda gözümün önüne geldi. Sevdim o halini.

Sabahattin Ali'nin öykülerini seviyorum. Detayları incelikle önüme sermesi hoşuma gidiyor. Gözlerimi kapattığımda kendimi o ağacın altında bulurmuşçasına mutlu ediyor beni kelimeleri. Samimi ve sıcak, bir o kadar da naif.

Bugünü yazmayacaktım ama dün de sıcak bir kahve gibiydi, yumuşaktı, günler ağzımda artık o tadı bırakıyor. 

Akşam yine uzunca bir bahçe sohbeti yaptık, çay içtik bolca. Artık ne zaman bir bardaktan fazla çay içsem içimde büyük göller oluşuyor gibi hissediyorum. O fazlalık hissini sevmiyorum. Sanırım akşamları fazla çay içmemeliyim.

Yeni bir kitaba başladım ve yanımda getiremediğim diğerleri için üzüldüm. Hala Harry Potter çantası hayalini kurmaya devam ediyorum. Sanırım 80 yaşına da gelsem o hayali kurmaya devam edeceğim. Şu sıra hayattan istediğim yegane şey sevdiğim insanların ölmemesi ve içine tüm sevdiğim şeyleri sığdırabileceğim bir çanta!

Mutlu haftalar! Ne kadar mutlu olunabilirse o kadar işte! İçinde mutluluk olsun da!


Pazar notları: Cezayir'de bu haftadan kareler

$
0
0

Bu haftanın en can alıcı noktası uzun zamandan sonra deniz kenarına gidişimiz diye düşünüyorum. Türkiye'deki kısacık deniz buluşmasından sonra burada yeniden kendimi maviye bırakmak çok iyi geldi. Kısacası adına yaraşır bir biçimde tatil gibi tatil yaptık. Cuma tatillerimizde de gündelik rutimizin dışına her zaman çıkamıyoruz. Ramazan olmasını fırsat bilip, kocaman boş plajın ve denizin serin suyunun tadına varalım istedik. Bu gittiğimiz plaj kampımızın bulunduğu yere yarım saatlik bir mesafede. Aslında normalde halk plajı. Delicesine, hınca hınç dolu oluyor, ama ramazan diye şimdi kimsecikler yok. Hele sabah saatlerinde gidilince denizin tadı da bir başka oluyor elbette. Sözün özü; denizi özlemişim!


Yine plaj yolunda birkaç kare çekmeyi başardım. Bu önceki gidişimizden bir kare aslında, o zaman denize girmemiştik.  Bu sefer ramazan dolayısıyla bu dükkanlar, kafeler falan hep kapalıydı. Sadece sokaklarda başıboş birkaç adam vardı. Türkiye'ye giderken aldığım, herkesin de çok beğendiğim yerel desenli tabakları satan amca da açmamıştı dükkanını. Artık ramazandan sonraya kaldı. Hazır beğendiğim modelleri bulmuşken takım yapmak istiyorum o yüzden birkaç adet daha tabak alacağım. 


Eski arabaları çok seviyorum. O senelerin ruhunu buluyorum formlarında, duruşlarında. Bu tabi yolda zar zor giden arabaları sevdiğim anlamına gelmiyor. Daha doğrusu bu arabanın nasıl yolda kalmadığını da aklım almıyor. Yakından görüntüsü aslında daha içler acısı. Yine sevimliliğinden bir parça duruyor diyebilirim ama daha temizini görmek isterdim. Keşke Türkiye'de de eski model arabaları rahatlıkla bulabilsek ve o kadar deli paralara satmasalar. 


Plajda ne şemsiye ne şezlong var. Özel plajlarda elbette ki var ama bu plajda sadece gördüğünüz çadırlar var. Türkiye'ye oranla cüzi bir miktar para verip çadırları kiralıyorsunuz. Sabah vakitlerinde güneş pek yakmıyor ama yine de bir gölgeye ihtiyacı oluyor insanın. Ben çadırların sadece görüntüsünü seviyorum yoksa sıcakta içinde oturmak bana kalırsa fırına girmekle eşdeğer. Benim deniz güneş plaj üçlüsünden anladığım uzanmak, kitap okumak gibi şeyler. Ama ne yazık ki bu gibi plajlarda biraz temkin gerekiyor, öyle yayılıp yatılmıyor, hele ki ramazan da. Normal vakitlerde de denize giren kadınlar elbette var ama ne koşullarda girdikleri önemli. Onlarca çift göz üzerimdeyken ben rahat edemiyoruz doğrusu.


Bu kepengi kapalı ufak dükkan da telefon kartı falan satan bir yer. Flexy bir telefon kartı ismi. Sanırım yanında da arapçası yazıyor. Yalnız yazan kişide biraz estetik duygusu olduğunu görmek hoşuma gitti, sanatçı ruhluymuş, helal olsun. Ramazan da çoğu yeri böyle kapalı görüyorsunuz bu coğrafya da. Ama şöyle de bir güzelliği var normal zamanda akşam 7 de kapanan dükkanlar iftardan sonra sahura kadar açık oluyor burada. Ramazan'ın en sevdiğim kısmı sanırım bu. Yemek sonrası çıkıp gönlünüzce gezip alışveriş yapabiliyorsunuz, kapandı derdine düşmeden. Tabi ramazan ayı boyunca da bütün sene evlerine kapanan kadınlar da sokaklarda oluyor, onları da gündelik hayatın içinde bu denli faal görmek ayrıca güzel. Ne yazık ki bu özgürlükleri sadece bir ay sürüyor. Sanılmasın başkentte de böyle, hayır değil elbet, sokaklarda kadınlar tabi var. Ama ufak merkezlerde, köylerde hep evlerindeler, sokaklarda erkek nüfus çoğunlukta!


Bu da arkasının bir tarla veya ev olduğu fikrine kapıldığım gölgelikli bir kapı. Nedense hoşuma gitti. Ardında ne olduğunu merak etmeyi seviyorum!


Bu hafta en büyük heyecanımız ve bizi oyalayan şey burada yaptığımız tünellerden birinin birleşmesi kutlamasıydı. Güzel bir heyecan elbette. Her ne kadar benim tünelin açılmasına katkım olmuyor da olsa insan içinde olunca gururlanıyor. Kazasız belasız bitmesini temenni ediyorum. Kıtalar arası bir mesafede bir Türk olarak böyle güzel duyguları yaşamak bir başka gerçekten. Bir coğrafya'ya iz bırakıyoruz ve gelişimlerine katkıda bulunuyoruz. Anlatması tuhaf bir durum :)


Eşimin, bir taneciğimin de doğum gününü kutladık ayın 24'ünde. Öyle sessizce kendi aramızda ama mutlu eğlenceli bir kutlama oldu. Arkadaşlarımızla bir akşam yemeği yedik ve ardından da çok sevdiğim bir lezzet olan, ellerimle yaptığım Alman pastamızı kestik. Muhallebisinin içine eşim seviyor diye nektarin da doğradım ben ufak ufak, yiyenlerde pek beğendiler. Bence tarifi bozarım kaygısına düşmeyin deneyin, süper oluyor. Pasta sonrası gecenin ilerleyen dakikalarına dek tabu oynadık, epey güldük. Uzun zamandır ilk kez bu kadar eğlendim herhalde. İyi geldi hepimize. 


Benim minik arkadaşım Petal'da ufak mutluluk sebeplerimden biri. Güllerim de ofisin önündeki bahçemizden. Masamda çiçek bulunmasını çok seviyorum, ruhum daralmıyor böyle renkli çiçekler etrafımda olunca. 

Önümüz bayram. Burada sanırım Türkiye'den bir gün geç kutlayacağız. Henüz ne zaman bayram olacağı kesinleşmedi çünkü daha ay'ı gökte görmediler. Bu akşam bakacaklar. Kötü haberlerin, acı detayların gölgesinde bir bayram olacak tabi ama yine de bayram olması ve bir bayram daha yaşıyor olmamız mutlu olmaya yetiyor. Ailemizden uzak olmadığımız, sağlıklı, neşe dolu, daha nice güzel bayramlar diliyorum kendi adıma hepinize. Eski zamanların bayram ruhunu içimizde hep yaşatmamız dileğiyle.  

Yeni bir ay

$
0
0

Temmuz ayı için planladığım yazıları dahi yazamamışken bir anda ağustos ayı içerisinde buluverdim kendimi. Yine bir tembellik hali hüküm sürüyor gibi üzerimde. Bu sıra biraz okumaya ara verdiğimden yazılarımı yazmakta zorlanıyorum ama eminim kısa sürecek bu durum. Çünkü okumaya başlıyorum bugünden itibaren. Daha sayfalarını heyecanla çevireceğim bir sürü kitap sırada bekliyor çünkü. Gün içerisinde okuduğum bloglar veya diğer yazılar da beni epey besliyor aslında.

Henüz yazın bitmesine hazır değilim, öyle hissediyorum derinlerimde. Burada hoş, eylül bile güzel geçiyor hatta çoğu zaman ekim ayı bile. Umarım bu sene de öyle olur. Bayram tatili dedik o bile hooop diye geçiverdi. Üzerine bir de haftalık tatil bitti. Zaten haftalık tatil öyle bir şey ki uyanmak ile uyumak arasında gibi. Kahvaltı, toparlanma ve biraz da temizlik üzerine eklenince bir de bakıyorsun akşam oluveriyor. Bayramda en güzel yaptığımız şey Cezayir başkentte sokakları arşınlamak oldu. Eski bir kafede nostaljik müzikler eşliğinde yudumladığımız kahvemiz, kemerli binaların altlarında yürümek, sokakların sessizliğine tanık olmak, bol bol fotoğraf çekmek iyi geldi. Tabi cıvıltılı halleri daha güzel ama böyle görmek de bir mutluluk kaynağı oluyor.

Bu ay için güzel, yazma planlarım var. Organize olup yazmak istediklerimi atlamamaya ve ertelememeye çalışacağım. Umarım günler de biraz serin geçer de bahçede kuş cıvıltıları eşliğinde yazabilirim. Türkiye dönüşü kendime gelişim henüz tamamlandı desem yeridir. Hala o içimdeki esinti devam etmekte, şükür ki fırtınaya yakalanmadan atlattım. Bazı zamanlar geri dönüşlerin acısı içimde krallık kuruyor desem yeridir. 

Şimdi gazete yazılarım için hazırlık yapmalıyım. Sonra biraz blog için zaman ayırabilirim belki bugün yeniden. 

Öğlen belki uzun zamandır çok istediğim ve nihayet almayı başardığım tatlı armutlarımdan kendime tarçınlı bir salata yapar ofise getiririm. Yazarken bir şeyler atıştırmak iyi oluyor. 

Herkese mutlu hafta sonları diliyorum.
Mutlu kalın, hayatınızda yer alan her olumsuzluğa rağmen ve inadına!

Pazar notları: Kaktüs ve pikap

$
0
0
 fotoğraf: anne_parker instagram

Gündelik telaşlardan sıyrılıp, en azından kafamın içindekileri an'dan uzaklaştırabilsem bir nebze de olsa rahatlayacağım. Çoğu zaman şimdinin hızına takılıp sendeliyorum. Yine üzerimde deli gibi bir yorgunluk hakim.Dönüşün sıkıntısını ancak üzerimden atabiliyorum. Bunu da ancak bugün idrak ettim, bugünün pazar olmasının hüznü yoktu çünkü içimde. Durdum ve kendime şöyle dedim; 'demek artık gerçekten buradasın!'

Evet yeniden buradayım. Olmayı tercih ettiğim yerde, sebebi ne olursa olsun. En azından bir süreliğine. İnsan hayatında sürelerin bir yere kadar önemi olduğunu kavradım çünkü. Önemli olan o sürelerin içini nasıl doldurduğun, ne ile yetinebilip, ne ölçüde mutluluğa yakınlaştığın. Buradayım ve burada olma sebebim benim mutlu ediyor şu anda. 

Bahçeden yazıyorum. Çay içiyorum. Bu uzun zamandır içtiğim en iyi çay değil belki ama sert olmasına rağmen bergamotun tadını almak hoşuma gidiyor. Bu akşam biraz esinti var. Yazımı bitirdikten hemen sonra birkaç paragraf daha yazacağım, sonrasında da belki birkaç sayfa okurum. Okumayı hep sevdim, seveceğim de. 

Ağustos ayı biraz telaşlı başladı ama olsun, rutin gelişmeler bile hayatın içinde kendince bir yere sahip ve onları yaşayamayanlarla dolu. Benim bir günüm belki de koca bir hayat aslında! Böyle düşünerek dayanabiliyor insan yaşamın ağırlığı karşısında. Çünkü hayat dediğimiz şeyin içinde fazla acı, keder ve hüzün var. 

Yeni hafta yeni umutlar ve hayaller getirir umarım hepimize. En çok ihtiyacımız olan şey daha fazla hayal etmek, sevmek ve hoşgörü. Bizim ülkemizde bu doğurmak kadar zor bir süreç yahut kadın olmak kadar zor diyebilirim. 

İyilik diliyorum hepimiz adına, gökyüzündeki yıldızlara gözlerimi çevirip sadece iyilik diliyorum...Sessizliğe inat, kahkahalarımla var oluyorum!

Ahh yazmaya daldım kaktüsü ve pikabı unuttum. En sevdiğim iki şey bir fotoğrafta, bu hafta gördüğüm en güzel ikinci fotoğraftı. Yakınımda tutabilmek için bir yerlere basarım belki. Çekenin gönlüne sağlık. O pikapta çalan müziği derinlerde bir yerde yaşayarak dinliyor ruhum! Yanında bir parça da kek'e hayır demezdim doğrusu...

Dalgalar ve fasulye

$
0
0
Türkiye tatilimizde herhalde en çok denize yakın olduğum için mutlu ve huzurlu hissediyorum. Dilediğimce kokusunu içime çekiyor, fırsat buldukça yakınlarında olmak için çaba gösteriyorum. Denizle iç içe bir yaşam en güzeli!

Fırtınalı ve bol dalgalı bir İzmir havasında çekmiştim alttaki fotoğrafı. Çok harika değil belki ama o anki hislerimi yeniden yaşamama yardım ediyor. Arabadan inip dalganın içine bırakmak istemiştim kendimi. Köpüklere dokunmak en sevdiğim. Sahilde yürürken ufak bir dalga ile bile olsa, denizin minik damlalarıyla beni ıslatmasını hep sevdim.


Tuhaf rüyalar serüvenime sanırım yeniden başladım. Fasulye nasıl yetişir nasıl toplanır hiç bilmem. Toprağı tanımam, bir bahçemiz veya toprağımız hiç olmadı gibip ürün toplayabileceğimiz. Ama seviyorum. Şimdiki aklımla olsa her yaz en azından bir hafta hayata dair daha fazla şey öğrenebilmek adına bir yerlere gider öğrenirdim toprak nasıl ekilir, ekinler nasıl toplanır. Şimdiye dek sadece bir defa üniversitede bir araştırmaya gittiğimde Adana'da pamuk toplamıştım. Bir kaç sefer komşu bahçesinden, erik, kiraz, dut toplamışlığım var hepsi o. Gelelim nereden bu konuyu açtığımda. Geçenlerde rüyamda fasulye toplamaya gitmek için hazırlanıyorken gördüm kendimi. Epey stres olmuştum nasıl yapacağım diye. Neye istinaden bu rüyayı gördüm bilmiyorum, hele anlamı nedir onu hiç bilmiyorum ama fasulyeyi çok severim, belki de canım istedi. Sonrasında biraz araştırdım nasıl yetiştiğine ve nasıl toplandığına baktım. Fasulyelerin dallarda duruşunu çok sevdim. Daha önce enginar tarlası da hiç görmemiştim, o nasıl bir güzellikmiş öyle. Burada bir enginar tarlasına rastladım ve çok mutlu oldum. Yakınına gidip bakamadım ama uzaktan gördüğüm manzara bile ben fazlasıyla mutlu etti. 

fotoğraf: www.yemekevi.tv

Şimdi bazen kendi kendime Türkiye'ye döndüğümde neler yapmak istediğimi planlamaya çalışıyorum. Evet hayat öyle bir şey ki pek plan yapmaya gelmiyor ama en azından hayal ediyorum diyebilirim. Bir marangozdan ağacı işlemeyi, bir bakırcıdan bakırı dövmeyi, komik gelecek belki ama işini severek yapan bir kasaptan etin inceliklerini öğrenmek gibi düşüncelerim var. Hayatın içindeki bu detaylara hakkında daha çok bilgi sahibi olmak istiyorum. Halı dokumak mesela hep yapmak istediğim bir şeydi. Keşke dönem dönem böyle yerler gidebilseymişim zamanında. Belki diyorum ileride çocuklarım yapar onlar öğrenirler ama tabi istemeyebilirler de. Genelde ebeveynler kendi yapamadıklarını çocukları yapsın isterler ve aksi gibi çocuklar pek heves etmezler. Ama hayat bize ne gösterecek bilemiyorum. Umarım hayata benim kadar meraklı bir evladım olur. Onunla ben de pek çok şeyi yeniden öğrenebilirim. 

Öğrenmeyi, hayatımın her döneminde sevdim. Çocukken okula bayılmazdım ama ders kitaplarımı okumayı severdim. Öğretmenlerimi ve onların ağzından çıkan her yeni kelimeyi severdim, dinlerdim heyecanla. Unuttuğumu bilgilerim için bile çok üzülüyorum. Keşke her detayı aklımda tutmayı başarabilseydim. Sanırım günün birinde bir dilek dilemem gerekse hayatıma dair her anı hatırlayabilmeyi dilerdim en ince detayına dek. 

Yaşamak güzel şey. Bir bitkinin yeşerdiğini görmek gerçekten bir mucizeye tanık olmak gibi. Bu anları yaşayınca insan daha iyi anlıyor hayatın kıymetini. Her şeye rağmen yaşayabilmek güzel diyor, hayat o kadar da kötü değil diyor. Binbir mucize var etrafımızda her an, her saniye de yenisi oluyor aslında.

Bir rüyanın getirdikleri işte tüm bunlar. Yeni bir günde yeni heyecanlarla devam ediyor hayat. Bir kedi uyanıyor, bir insan telaşla koşuyor, kimisi okuyor, kimi onarıyor, kimi yazıyor; ama hepsi ayrı bir heyecan. ,

Hayata dair heyecanlarımızın hiç bitmemesini diliyorum. 

Cezayir; Arap Afrika dansları ve folklor festivali

$
0
0

 

Cezayir’de 9. su düzenlenen Arap Afrika dansları ve folklor festivali bu sene yakınında ikamet ettiğimiz Tizi-Ouzo vilayetinde yapıldı. Toplamda 17 ülkenin katıldığı bu festivalde Türkiye onur konuğu olarak yerini aldı. Bu elbette ki bizim için büyük bir gurur kaynağı oldu. Güzel tesadüfler sonucunda tanışma fırsatı yakaladığımız Elifnağme dans ve sanat merkezi topluluğundaki arkadaşlarımız bizi çok güzel bir şekilde temsil ettiler. Biz de mutlulukla o harika danslarını izledik ve sevinçlerine ortak olduk.

 

Kızlarımız maşallah pek tatlılardı, gencecikler, heyecanlı, mutlu ve güler yüzlüler. Her birine ayrıca bayıldık.

 Açılışta filistin halkı için temsili gösteriler yapıldı.



 Türk bayrağımızı ve yanlarında olmamızdan ötürü minnettarlık belirtisi olarak taşıdıkları şirket logomuzu gururla sergilediler. Biz de tabi harika duygular içerisinde izledik her bir detayı.





Ben zurna sesini pek sevmem aslında, daha yumuşak tonlaması olan ve mistik bir hava estiren ney'i dinlemek daha çok hoşuma gider. Yine de o çalınan türkülerimizde gözyaşlarımı tutamadığımı itiraf etmeliyim. Kilometrelerce ötede memleketten ayrı kalınca duygular çok başkalaşıyor, dönüşüyor. Böyle bir organizasyonda onur konuğu olmak düşüncesi bile gerçekten çok etkiliyor insanı. Ayrıca Elifnağme dans ve sanat merkezindeki arkadaşların performansı da muhteşemdi. Hepsine ayrı ayrı teşekkür ediyoruz bu denli mutlu ettikleri için bizleri.



 

Şirketimizdeki arkadaşlarımızla da hatıra fotoğrafı çektirmeyi ihmal etmedik elbette. Bizim için harika bir anı oldu, daima hatırlayacağımız. 


Festival ile ilgili görüntüleri içeren bir de web adresi var göz atmak isterseniz. 


Bir sonraki yazımda video görüntüleri ve diğer katılımcı gruplardan da fotoğraflar paylaşacağım.

Mutlu kalın...

Not: Fotoğraflar şahsıma aittir lütfen izinsiz kullanmayınız!

Viewing all 277 articles
Browse latest View live