Quantcast
Channel: Tuğba'nın Dünyası
Viewing all 277 articles
Browse latest View live

Anılar geçidi

$
0
0
Bugün yine güneşli bir gün Cezayir'de. Zaman zaman kara bulutlar giriyor araya, birkaç damla atıştırıyor ama sonrasında güneş yeniden bizi selamlıyor sıcacık. 

Stupid little things blogunun sahibesi sevgili arkadaşım ile birkaç seferdir hep anılara yolculuk edip duruyorduk. Aslında bu yeni postanın ismini de o buldu. Türkiye'de iken çektiğim anı fotoğraflarıyla da dolmuş oldu içi başlığın. Hoşuma da gitti yazmak. Her gidişimde odamda bir şeyleri karıştırıp dururum devamlı. Eski okul notlarım, defterlerim, öğretmenlik yıllarımdan kalma öğrencilerimin ödevlerine kadar okurum. Eski günleri yad eder mutlu olurum. Umarım okurken siz de keyif alırsınız.


Birkaç hatıra defterimi hala saklıyorum. İçindeki komik manilere gülüyor, duygusal notlarla hüzünleniyorum. Yukarıdaki fotoğraftaki anneannemin yazdığı not beni hep ağlatır ama iyi ki yazmış. Bana 'benim sarı papatyam' deyişi dün gibi kulaklarımda çınlayıp duruyor. Yazdığı zamanı bile hatırlıyorum. El yazısının da bende olmasını seviyorum. Fotoğrafı büyüterek yazdıklarını okuyabilirsiniz:)


Bu da arkadaşım Fulya'nın benim için yazdığı bir hatıra. Mani pek güzel:)


Bunu da Leziz teyzem yazmış 1993 senesinde. Devamlı bir hatıra defteri yazma faaliyeti içinde olduğumu da belirtmiş güzel olmuş. Gerçekten de hala severim sevdiklerime notlar yazdırmayı. Düğünde bir defter almıştım gelen konuklardan notlar yazdırmak için ama telaştan unutmuştuk. Hala üzülürüm. Eğer 10. yıl dönümümüzde falan bir kutlama yapabilirsek o zaman yazdırmak var aklımda. Hala bu huyumdan vazgeçmiş değilim. 


Bu da lisedeki bir karnem. İlk okul karnelerim de duruyor ama bu sefer nereye koyduğumu bulamadım. Genelde teşekkür taktir alan bir öğrenciydim ama ilk kez o sene zayıf getirmiştim. Hem de hakkıyla 3 adet :) Fen bilimlerine kafamın basmadığı çok da belli imiş zaten o zamanlardan. Fizik kimyadan hala nefret ederim. Fizikte vektörleri bile yapamazdım :) Tüm sözelcilere vektörler kolay gelmiştir oysa ki. Bu karneye ilk hayal kırıklığı diyebilirim. O zamanlar devamlı Nirvana ve Kurt Cobain düşündüğümden olsa gerek. Ahhh ergenlik sen nelere kadirsin:)


Burada üniversitenin ilk yıllarındaki halimi görüyorsunuz. Arkadaşım Pınar ile lisedeyken tanıştık. Annesiyle annem de okul arkadaşı. Hala görüşüyoruz. O zaman bir ödev projesi için Ankara'ya gelmişti. İyiki de gelmiş. Odam her zamanki gibi çığrından çıkmış. Hep kendime has bir tarzım olduğunu söyler. Sanırım doğru söylüyor. Bu huyumdan da asla vazgeçmedim. Şimdi çalıştığım ofisim bile böyle:) Ayrıca yatak örtümü de çok severek almıştım hala durur. O sıra burnumu da deldirmiştim fotoğrafta belli olmuyor sanırım. Çılgın günlerdi desem yeridir! Şimdi delicesine yemek yapan bir kadın haline geldiğime bazen ben bile inanamıyorum.


Bu fotoğraf da çok güldürüyor beni. Babaannem ve halamla Antalya'da gittiğimiz otellerin birinde yarışma düzenlemişlerdi. Zorla beni de dahil etmişlerdi. O zamanlar zayıf ve güzeldim:) Üçüncü olmuştum:) İkinci olan kız sempati güzeli seçilmişti. Ben sanırım heyecandan hiç gülümseyememiştim. Oysa en iyi yaptığım şeydir gülümsemek:) Kafama çiçekli bir taç yapıştırdım tanımanız için beni.


Bu kitapçı dükkanını çok seviyorum. Hep bir kitapçı dükkanım olsun diye hayal ederken ilkokul arkadaşım Harun bunu bana hediye getirmişti bir doğum gününde. Biraz tadilata ihtiyacı var. O zamanlar böyle şeyler yoktu. Hayretler içerisinde kalmıştım görünce ve sevinçten deliye dönmüştüm. Benim için yeri ayrıdır bu hediyenin. Epey bir emek vermişti yapan hanım. Tam çekememişim ama tuğladan çatısı bile var. 


Bu defterimi de çok severek ve para biriktirerek almıştım. İçinde çeşitli tabloları var ünlü ressamların. Fridayı çok sevdiğim için onu seçtim. Tabloların olduğu kısımların baskıları da farklı. Oradan kesip çerçeve yapmak bile düşünülebilir. Zira hiç bir zaman kıyamadım o deftere yazmaya. 


Ve bebeklerim. Onlar da hala duruyorlar evcilik takımlarım, oyuncak trenim ve legolarım ile birlikte. İlerde evimde hepsini sergileyebileceğim bir duvar rafı yapmak istiyorum. Tabi biraz ayırmam gerekecek. Bu bebekleri giydirmeyi ne çok severdim. Sarı saçlı olan modern versiyondu. Kahve saçlının saçları öyle koyun gibiydi ki hiç şekle girmezdi. Doğum günümde almıştı annem bu bebekleri. Bacakları kıvrılıp oturabiliyor diye müthiş sevinmiştim. Sarışın olanın saçlarını hala severim.


Çok net olmamakla birlikte en iyi fotoğrafı da bu çalışma masamın. Anne babam üniversite bitirme hediyesi olarak almışlardı bu çalışma masasını bana Tepe Home'dan. Sandalyesini de babaannem almıştı. Sandalye epey orjinal kollarında deyi kayışları var. Masamı da hala çok severim. Oturup bir şeyler yazmaya hiç vakit bulamıyorum gittiğimde telaştan. Ama evimde yerini aldığında mektuplarımı buradan yazmayı planlıyorum. Belki rengini de değiştiririm veyahut orjinal haliyle de kalabilir. Benim için en değerli hediyelerden biridir. 

Bana ait olan her şeyi özlüyorum. Bebeklerim, masam, yatağım, kitaplarım, biblolarım, tablolarım. Sessizce beni bekliyorlar orada. Özlediğim zamanlarda fotoğraflara bakıp anılarımı düşünüyorum. Tabi taşınırken her şeyi nasıl paketleyeceğimi, nasıl fazlaları ayıklayacağımı bile düşünüyorum. Üniversite notlarım bile duruyor. Onları bilgisayara geçirmek gibi bir hayalle bir kutuya kaldırmıştım, hiç bir zaman yapamadım. Güzel bir organizasyonla hepsi yerini bulacaktır, tüm kıymet verdiklerim. Eski plaklar, eski mektuplar, kitaplar, fotoğraflar, kıyafetler, tablolar, gitarlar, koleksiyonlarım, oyuncaklar hepsi benden bir parça. Umarım benden sonra da bunların hepsine benim kadar değer veren biri çıkar! 

Bir sonraki yazımda peçete koleksiyonumu göstereceğim size:)
O zamana dek mutlu kalın!


Kedi severler için

$
0
0

Bu takvimi pek sevdim. Benim gibi kediciler için güzel olacağını düşündüm. Umarım benim kadar seversiniz. 

Mutlu hafta sonları...

Pazar notları (bol yemekli olanından)

$
0
0
Pazar günlerinin ifade ettiği duyguyu yemek fotoğrafları ile daha iyi anlatabilirim diye düşünerek yazmaya giriştim bu yazıyı. Ama şu an emin olamıyorum. Daha çok pazarların hissiyatını değil de yemekleri anlatacağım gibi, hadi bakalım...

İki gündür yağmurlu bir mevsim bize eşlik ediyor. Mart ayına girdik, tam oldu. Söylenene göre yağmurlar epeyce bir süre devam edecekmiş. Tam uzanıp kitap okuma havası, yanında biraz kahve, kek veya kurabiye eşliğinde. 

Dün epeyce okudum. 200 sayfa kadar. Aslında bir günde bitirdiğim kitaplar da oluyor ama bitmesinler istiyorum. O yüzden ağırdan almak daha iyi. 

Pazar deyince aklıma ilk olarak işte bu kahvaltı geliyor. Sizin için çok bir şey ifade etmeyebilir ama şu tabakların önümde olması bile beni mutlu etmeye yetiyor. Arkadaki çekirdeksiz yeşil zeytinlerin tadı da harika yalnız benden söylemesi.

Ayrıca kimse kırılmasın gücenmesin İzmit simiti bir başka oluyor. Simit gibi simit. Tadına doyum olmuyor. Diğer memleketlerde de yedim ama tat vermedi, ya tuzsuz, ya susamsız, ya pekmezsiz, bir acayip geldi işte. 



O güzel kahvaltı tabaklarında babannemin böreğinden de oldu mu işte harika bir kahvaltı olmuştur o an benim için. Tadı şu an hayal ederken bile ağzımda.



Ahh şu dolma denen şey nasıl da insanın aklını alıveriyor anında. Kocaman tencerelerdeki minik hallerine bayılıyorum. Yoğurtlu veya yoğurtsuz yahut soğuk sıcak olmuş fark etmez, zeytinyağlı da kabulüm. Ama sanırım şu sıra en çok etli dolmayı seviyorum. Pazar günlerini sevdiğim ve özlediğim gibi aynı. 


Kanat ve bulgur pilavı da gözümde değişmez ikilidir. Hele böyle iyi kızarmış olan kanat candır. Şu kanat nasıl da kıymetli oldu sonradan. İlk zamanlarını düşünüyorum da. Cezayir'de de atıyorlar kanatlarını tavukların. Ama birkaç kez isteyip de ayırtılıp alınınca şimdilerde fazla paraya bile satıyorlar. Kanat kısımlarını ilk başta yendiğini bilmiyorken bedavaya veriyordu burada kasaplar. Şimdi bir yerde kanat bulsak almak için insanları yarıyoruz resmen:)


Döner de en özlediklerimden biri. İlk göz ağrısı gibi bişey benim için. Çocukluğumu hatırlatır hep bana. Babaannemle çarşıya çıktığımızda annemin iş yerine uğrayacağım diye tuttururmuşum. Hayal meyal bazı zamanları aklımda. Ama annemin öğlenleri bana döner yedirmesini hiç unutmam. Nasıl koskocaman bir mutluluk peydah olurdu içimde. O domatesin tazeliği, o yoğurdunun mis kokusuyla bir iskendere asla hayır diyemem doğrusu. 


Bu söğüş sonradan alıştığım bir lezzet. Bazen hala neden soğuk oluyor yahu diye düşünmekten kendimi alamıyorum. İlk zamanlar söğüş denilince doğranmış domates salatalık gelecek sanmıştım. İzmir'de söğüş yemek şimdi bir alışkanlık oldu. Kimyonlu ve bol maydanozlu da olunca offf tam pazar günlerine layık bir seçim. 


Kaç seferdir gidip geliyoruz ilk kez keşfettim İzmir'de biranın yanında falan barlarda turşu verildiğine. Önceleri de gittiğimiz oldu bara ama sanırım bize denk gelmedi. Tanrım o da nasıl bir turşudur öyle, önünüze 5 kilo koysalar yersiniz. Tombul, sulu, kıtır kıtır ve etli. Bunu kumru öncesinde yedik ama içki ile getirilenler de aynısıydı. 


Çok rica ediyorum bana kızmayın. İlk kez yedim kumruyu bu sene. Hep bir telaş koşturma derken meğer ben kumru yemeği ihmal etmişim. O da neden, pazar günleri pazara gittiğimde aç karnına dolaşmayayım diye simit veya boyoz alıyorum genelde. Orada da kumru ekmeğinin içinde peynir domates ve biber konulmuş servis ediliyor oluyor. Ben de hep onu kazımışım aklıma kumru diye diye. Meğer böyle tombul, içinde yok yoook, salam sucuk sosis domates ve uzayan bir kaşar olan acayip bomba bir şeymiş. Bundan sonra her gittiğimde yiyeceğim sanırım. Bu pazar günümü denizin kenarında elimde bu kumruyla geçirmek isterdim.


Gelelim lahmacuna. Bu yediğimizi çok sevdim. Eskiden hacıoğlunda falan yerdik İzmit'te. Ama bu sefer sanat sokağındaki Külekçioğluna gittik. Servis biraz ağır da olsa lezzetini pek sevdim. Lahmacun bana sanki cümbüş gibi geliyor. Öyle bir anlamı var kafamda. Pek çok lezzeti bir arada alıyorum. 


Baba kız gittiğimiz kokoreççi'de çektim alelacele. Çünkü tek arzum o tazecik çıtır ekmekten ısırmaktı o anda. O gün çok koşturduk, öğlen yemeği yiyemedik babamla. Yurt dışından aldığım telefonumu kayıt ettirmek derdindeydik. Ama bir daha tövbe almam. Tam bir gün boyunca oradan oraya koşturup durduk. Öyle parayı öde git hemen açtır hikayelerine aldırmayın sakın ha. Emniyete ve vergi dairesine kadar yolu var. O kadar koşturmacadan sonra babam hadi gel bir kokoreç yiyelim baba kız deyince ohh yüzümde güller açtı. Şimdi kafamı ekrana yapıştırarak bir ısırık almak geldi içimden ne yalan söyleyim.


Eskiden burger king benim için bir numaraydı. Ama doğruya doğru artık eski kalitesi kalmadı bence. Son birkaç gidiştir hep mc donald's ı tercih ediyoruz ve çok da memnunuz. Bu fotoğraf Cezayir'e geleceğimiz gün hava alanında çekildi. Mc donald's bulamadığımız için ağzımızda son bir tadı kalsın diye Burger king'e girdik mecburen. Karnımız epey acıkmıştı. Daha da epey zaman vardı. Wooper'ın soğanlarını falan her ne kadar çok sevsem de Big Mac bambaşka bir lezzet. 


Teyzem bizdeydi bu gidişimizde İzmit'te. Biz gelmeden anneannem biraz rahatsızlandığı için teyzem de Ankara'dan gelmişti. Zaten beni görmek için şubat tatilinde gelecekti ama biraz erken gelmiş oldu. Neyse ki anneannem iyi oldu. Artık epey yaşlandığından bakımı biraz zor. Ama buna da şükür elbette. Teyzem hemen bir lahana dolması sarıverdi, sonra yaprak dolması yaptılar, daha börekler çörekler falan da tabi yapıldı ama ben teyzemden bir beğendi istemeden duramadım. Dedemi de andık böylece. 'Hadi Leziz bir beğendi yap da yiyelim' deyişi geldi aklımıza. O da ne çok severdi. Onun hatırına da yedim bir kaşık. O kadar güzel yapmış ki iki tabak yedim hem etinden hem beğendisinden:) Şu an olsa yine iki tabak yerim herhalde. Ailemizin bayanlarının eli lezzetli maşallah. Ehh ben de onlara çekmişim biraz:)Tereyağlı mis gibi pilav, beğendiğinin o ipeksi kıvamı, etin ağızda liğme liğme oluşu bugün gibi hatırımda. Buranın patlıcanları pek çekirdekli ve lezzetsiz olduğundan ne zaman denesem güzel sonuç alamıyorum şu beğendiden. Yine de denemeye devam edeyim en iyisi ben. 


Bu yazı tatlısız bitmezdi. Eşim her ne kadar kabak tatlısını sevmiyor da olsa ben görünce bile dayanamayacak gibi oluyorum. Hele ki annem yaptıysa offf. Burada kaç kere yaptım olmadı. Bazen en zor şeyleri yapıyorum böyle basitleri tutturamıyorum ya deli oluyorum. Kabaklar hep ya küçücük kaldı ya yumuşaklığını kaybetti. Kabaklar kötüydü işte açıkçası. Şimdi fotoğraftakine bakınca daha iyi anlıyorum. Bunun üzerine kaymakla nasıl da güzel olurdu şu anda. O rengi bile insanı çekiyor. Tatlı yediğini de anlıyor insan bence. Başka bir hazzı var kabak tatlısının benim için. Sütlü ve şerbetli tatlıların yerinin ayrı olması gibi. Yine de baş sıralara koymayı tercih ediyorum. 

Pazar günlerinde hep böyle şahane yemekler hayal ediyorum. Normal günlerde de ediyorum elbette bazen ama en çok pazarları aklıma düşüyorlar. Çünkü pazar demek kalabalık ve güzel sofralar demek benim için. Bunca leziz fotoğraftan sonra akşama yemekhanede patlıcan tava olduğunu bilmek pek iyi hissettirmedi doğrusu. İş başa düştü. Bakalım neler yapabilirim bu akşama!

Mutlu bir haftamız olsun! 
Not: Sanmayın ki memleket meselelerine ilgisizim, öyle laylaylom geçiriyorum hayatı. Sadece bunca olumsuz durumun içindeyken burada da bağırmak, hakaret etmek, söylenmek, kızmak, haykırmak, bahsetmek içimden gelmiyor. Oysa söyleyecek çok kelimem var. Aslında aklım öyle meşgul ki deniz anasına bile anayasa der duruma geldim gündelik alakasız konuşmalarda. Hayal ederken bile düşlerime tazyikli sular karışıyor...Böyle işte!

Cezayir'in kadınları

$
0
0

Kadınlarımızın yüzü acılarımızın kitabıdır 

acılarımız, ayıplarımız ve döktüğümüz kan 
kara sabanlar gibi çizer kadınların yüzünü.


Ve sevinçlerimiz vurur gözlerine kadınların 
göllerde ışıyan seher vakıtları gibi.


Hayallerimiz yüzlerindedir sevdiğimiz kadınların, 
görelim görmeyelim karşımızda dururlar 
                      gerçeğimize en yakın ve en uzak.
                                N.Hikmet


Seviyorum bu şiiri çok. Ne zaman kadın denilse hep aklıma düşer satırları. Cezayir'in hüzün bakışlı kadınları da buradaki kelimelere yakışıyor, onca acıdan sonra...


Eski fotoğrafları çok sevdiğim için genelde onları kullanıyorum. Ama bir sonraki kadınlar ile ilgili yazımda modern kıyafetlerini de göstereceğim size. Her şey bu fotoğraflardan ibaret değil elbette. Yine de tarihsel bir değeri var gözümde. Yorgun, hüzünlü ama hayata devam ediyorlar işte bir nedenle. O neden her zaman değişkendir ve bazen yapış yapış bir melodramın içine çeker bizi.


Bu yaşlı kadının fotoğrafını çok seviyorum. Bu fotoğrafa her baktığımda gözlerindeki o parıltı, ışık, umut hüzmesi beni etkiliyor. İster istemez gençliğini de düşünüyorum, ne kadar güzel bir kadındı kimbilir. Ayrıca dövmelerini de seviyorum. Dövmelerle ilgili de daha öğrenmek istediğim çok şey var. Öğrendikçe yazacağım. Bu sanırım bir Berber kadını. Ama henüz bazılarını birbirinden ayırmakta zorlanıyorum. Pek çok grup var Cezayir'de. Kıyafetleri de elbette bölgeye göre değişiklik gösteriyor. Bilmediğim birkaç yerel topluluk da varmış ama adlarını daha ezberleyemedim ki araştırayım. 

 Algerian woman by Marc Garanger

Takılarını ayrıca çok beğeniyorum. Ama beni en çok etkileyen yüzlerindeki kırışıklar ve ifadeleri, duruşları. Sert bir duruş sergiliyorlar hayata karşı bu kadınlar çoğu fotoğrafta. 

 1979 Algerie

Bu fotoğrafı da çok seviyorum. Cezayir ile ilgili bolca fotoğraf bulabildiğim bir tumblr adresinden edindim. Kıyafetler, arabalar, sokaklar çok güzel. Bunca zamanda değişen sadece arabalarmış gibi geliyor insana dikkatli bakınca, sanki şu anda her şey kaldığı yerden devam etmekte gibi. 

 Algeria 1875

Bu kız da giyimi ve takılarıyla bir Berber kızına benziyor. Tarih epeyce eski ama bakışlar bir o kadar aynı. Daha çok güney kısımdan fotoğraflar bunlar, çöle yakın bölgelerden. Bence onlar daha dikkat çekici oluyor zaten. Belki de henüz görmediğimden.


Bu da bir Tuareg kadını. Onların da kendilerine has işaretleri, renkleri, kıyafetleri ve takıları var. Kullandıkları objeler de şu anda büyük ilgi görüyor. Epey de sanata düşkünler, kendi motifleriyle ahşabı, kumaşı ve deriyi işliyorlar. Benim en çok ilgimi çeken objeler arasında geliyor onlara özgü olanlar. Çöl koşullarında yaşamak için pek çok yöntemleri var. Tuareg erkekleri çok sert yüz hatları ve bakışlara sahip. Sadece iki kez Tuareglerden biriyle karşılaşabildim. Onda da uzaktan görünce bile ürküttü içimi. Ama aklımda hep onlarcasını bir arada görebilmek, yaşamlarına bir süreliğine de olsa tanık olabilmek var. Belki bir iki kelam da konuşabilirsem ne muhteşem olurdu. Ama sanırım fransızca bileni epey azdır, bana denk gelmesi lazım.


Günümüzde ise geleneksel kıyafet ile dolaşmak isteyenler böyle giyiniyorlar. Bu pembe olan kıyafetin sarı, turuncu ve kırmızı olanları da var. Daha çok yaşlılar giyiyor diyebilirim ama zaman zaman tercih eden gençlere de rastlıyoruz ama tabi şehir merkezlerinden uzak kesimlerde yaşayanlar gündelik hayatta böyle giyinmeyi tercih ediyorlar. Bu bir kabyle kıyafeti. Benim de beyazı var, arkadaşım hediye etmişti.


Burada da farklı renk ve desenlerini görebilirsiniz. 


Devamında değişik giyim tarzlarını, takıları ve dövmeleri anlatacağım merak edenler için.

Kamp çevresi manzarası

$
0
0
Birkaç gündür yine deli bir rüzgar ve yağmurla devam ediyoruz günü yaşamaya. Ağaçlar eğilip bükülüyorlar ya en çok ona üzülüyorum. Çiçekler kapatabildikleri kadar kapatıyorlar kendilerini ama bazısı yok olup gidiyor acımasız rüzgarda. Ben yağmuru sakince yağarken seviyorum aslında, mağrur bir çocuğun gözyaşları gibiyken. 


Doğanın renklerinin tonunu seviyorum. Dört bir yanına dağılmış hayatın. Biraz boya alsam daha güzelleştiremem herhalde. Olduğu gibi güzel çünkü şu manzara. En çok bulutları seviyorum dağların yamacındaki, bir de belli belirsiz bir sis oldu mu hep yazmak geliyor içimden, sisin kokusunu içime çekip de.



Parça parça görünen tarlaları seviyorum. Birisi biz uyurken gizlice birbirine dikiyor sanki hepsini. Doğanın kırkyaması:) Bir de şu minik köylerin içinde yükselen camilerin şeklini seviyorum. İnsan olmayınca etrafta, bırakıp da gidilmiş gibi sanki yıllar öncesinden. Bir de artık şu tarlalarda çalışan insanlar ortaya çıksa...


Tütün rengi yakışıyor ki buradaki hayata. Tuğladan hayatları gizliyor birazda,  örtüyor üzerlerini sinsi bir duman gibi. 


O yolda gitmek isterdim şu anda. Belki de bir pikabın arkasında yüzüme rüzgarı alarak. Ağaçlardan meyveler toplasak, sonra serilip yesek hep bir ağızdan renkli örtülerin üzerinde. Biraz dinlendirsek ruhumuzu sonra ve çimenlere uzanıp gökteki kuşlarla sessizce sohbet etsek! 

Birkaç fotoğraf daha çekmiştim onları da fotoğraf bloguma ekledim. Bakmak isterseniz tıklayın!

İyi bir gün

$
0
0
Bugün iyi bir gün, gerçekten öyle, durup da bir düşününce. İyi olmaması için bir neden yok. İyi ki yok. Güneşli bir sabahtı. Yataktan kalmak isteyerek doğruldum, hatta sıcak yorganın altında biraz oyalandım, kediyi izledim. Ben yataktan çıkarken o hala uzanmış uyuyordu. Tombik göbeği bir aşağı bir yukarı hareket ediyor, pufff diye nefes alıyordu. Sonra kuş sesleri geldi kulağıma. Onun da gelmiş olmalı ki fırladı pıt pıt patileriyle camın önüne. Dışarı çıktığımda ılıktı hava. Sonra yola koyulduğumda bu sevimli ördek ailesi eşlik ettiler bir süre bana. Ben arkalarından sessizce ilerlemeye çalışırken onlar vak vak vak sıraya dizilip telaşla uzaklaştılar. Renkleri öyle güzel ve tipleri o kadar sevimli ki, durup sıkıca sarılmak istedim aslında. 


Hava kapalı da olsa, belki biraz kasveti de kabul edebilirim ama gün içinde güneş az da olsa kendini göstersin istiyorum. Güne gölge düştüğünde bile uzaklarda da olsa bir parçacık güneş görmeyi seviyorum. İyi bir gün güneşli, çizgi film bulutlu ve bol çiçekli bir gündür de aynı zamanda. 


İyi bir gün olması için anılara da ihtiyaç var elbet. Güzel anıları olmayanın nasıl iyi günü olsun ki? Bu çiçeği seviyorum ve bir çiçeği sevmek iyi hissettiriyor. 


Bugün bahçede kahve içmedim. Bu fotoğraf birkaç gün öncesinin. Ama içebilirdim. Öğlen sıcaktı bahçenin sandalyeleri. Pencereden dışarı bakarak yudumladım kahvemi. Kahvemizin olması da iyi bir gün olmasında bir etken elbette. Gurbet işin içine girdiğinden beri evde olan kahveye, peynire, zeytine şükretmeyi de öğrendik.


Yine bez çantamda bolca renkli kalem, birçok baskı malzemesi, mektuplar, zarflar ve kağıtlarla dolaştığım bir gün bugün. Bir şey yapmasam da orada yanı başımda olduklarını bilmek güzel. Bunları da iyi ki yapmışım. Henüz sahiplerine doğru yola çıkmasalar da çıkacaklar. Resim yapmayı hep severdim. Böyle minik detaylarla uğraşmak da iyi bir gün için yeter de artar bile. 


Aaaa iyi hissetmek için minik sivri ve tombuk bir patiden daha güzeli var mı ki? O patinin yumuş yumuş kısımları, kadife çiçeği gibi geliyor bana. O iki tırnağın çıktığına da bakmayın, gösteriş yapıyor aklı sıra. Ön patilerinin tırnaklarını kestik çünkü kala kala bir bunlar kaldı:)


Evde beni bekleyen bir kediciğin olması da iyi bir gün geçirmek için neden aslında. Daha arabanın sesini duyar duymaz cama fırlıyor. Kapının dibine gelene kadar da orada kalıyor, geldiğimize emin olunca anahtarı çevirir çevirmez de kapının hemen dibindeki komodinin üzerinden bize hoşgeldiniz diyor. Ama ben en çok eve giden yola girdiğimde hemen karşımda beliren bu tipi seviyorum:)


Doğa iyi bir gün için bize türlü şeyler de sunmayı ihmal etmiyor. Güneş böyle bir manzarayla gidiyor. İzlemek oldukça güzel ve heyecanlı. Başka bir yerde yeni bir gün başlıyor, biz elimizdekini bitirirken. Yeni gün, yeni şans demek, yeni umut demek, yeni bir tazecik nefes demek.


Bir de her gün içimde yenildiğim şu yiyecek bir şeyler yapmak arzusu olmasa ne yapardım bilemiyorum. Lor peynirli kurabiyeyi pek sevdik. Türkiye'den arkadaşımız getirmiş sağ olsun. Yarım paketimiz kaldı. Arada çay ile yerken keyif alıyoruz işte bu minik tombik lezzetlerden. 


İşte tüm bunlar iyi bir gün demek aslında. Aaa bir de güzel bir gelişme oldu. Ne zamandır Cezayir'e de Türk peyniri ve çeşitleri, yoğurt falan gelecek diye bekliyorduk. Yörükoğlu ile anlaşma yapılmış deniyordu. Nihayet doğruluğu ispatlandı. İlk malzemelerimizi aldık. Daha pek çok çeşit varmış. Henüz sadece bir markette var. Yoğurt da yokmuş ama yakında gelecek diye ümit ediyorum. Bunca zamandır bekliyorduk, nihayet şehir efsanesi olmaktan çıktı. 


Bu güzellikleri Cezayir'de görmenin ne denli harika bir duygu olduğunu yaşamayan bilemez. Tabi Cezayir'in ilklerini yaşamak, tarihe bizzat tanıklık etmek de ayrıca mutluluk veriyor. İlerde anlatacağımız güzel anılarımız var ve hep olsun umuyorum...

Kadının sadece adı değil varlığı da yok!

$
0
0

Aslında pek yazmak gelmemişti içimden. Sonrasında yazmaya karar verdim. Böyle günleri pek sevmiyorum. Çünkü yapmacık kutlamalar, çiçeklerle bir günlük unutma sağlıyorlar hepsi bu. Yarının dünden hiç bir farkı yok ki. 

Kadının varlığından rahatsız olan insanlar var. Onların nefes aldıkları bir dünyayı akıllarına sığdıramayanlar, madem dünyaya gelme yanlışı yapılmış öyleyse doğursun çocuk otursun evinde baksın diye düşünen zihniyetler var. Böyle insanların olduğu bir hayatta kimi zaman kadın olmaktan dolayı müthiş üzüntü duyuyorum kimi zaman da nefret doluyorum onlarla aynı havayı soluduğum için. 

Hep güzel umutlarımız var, düzelecek diyoruz ama o zihniyetleri ortadan kaldırmadıkça düzeleceğini düşünmüyorum ben. Eğitim, bilgi burada devreye giriyor işte. Yani en büyük eksiğimiz olarak gördüğüm şey! Çok cahil bir toplumuz!

İlk kez hayatın gerçek yüzüyle Üniversitede bir araştırmaya katıldığımda tanışmıştım. Adana'da çocuk işçilerle ilgili yürütülen bir araştırmaydı. Orada kadınların çilelerine, kız çocukların varlıklarının kabul edilmemesine şahit oldum. O zaman anladım dünyanın, erkeklerin olmasını istediklerini. Kadının yeri yok ki diye düşünmeye o zaman başladım. Elbette güzel gelişmeler oluyor. Elbette iyi yetiştirilen, eşlerinin, arkadaşlarının kıymetlerini bilen evlatlar, erkekler var. iyi ki varlar. Ama erkek evladı olan her annenin amacı oğluna kadına saygıyı, hürmeti ve sevgiyi öğretmek olmalı. Öyle kötü örnekler görüyorum ki bazen inanasım gelmiyor. 

İnşallah erkek egemen dünyanın güzel değişimlerine şahit olabiliriz. İnşallah dünyaya getirdiğimiz kız çocuklarımızın hayatından, geleceğinden endişe etmeyeceğimiz zamanlar yaşayabiliriz. İnşallah kadınlarımız gerçek değerlerine kavuşurlar günün birinde. 

Pazar notları

$
0
0

Yazmak içten gelmeyince kelimeler de küsüyor tabi ister istemez. Bu yüzden aslında en güzeli durmaksızın yazmak, yazacak bir şey olmadığına inandığın zamanlarda dahi. Veyahut en yakıcı anlarda acı çekerek yazmak gerekiyor, ağlayarak; kelimelerinin anlamlarını yitirdiklerini düşündüğünde bile yazmakta direnmek gerekiyor, bugün bunu anladım.

Yürürken içime çektiğim sisin kokusu her yanımı sarmış gibi sanki. Dışarı atmak istediğim çok şey biriktiriyorum içimde. Bu sıra yine şiirler iyi geliyor, başka bir dünyanın varlığına inandırıyorlar beni. 

Burada hayat hep aynı, hatta öyle aynı ki bazen üzerimdeki kıyafetlerden anlıyorum farklı bir gün yaşadığımı. Bir bahar gelse belki ben de yol alacağım kendi içimde. Kırık dökük bir hayatta düşüncelerimin dağılmasından çok sıkıldım. Hele ki masallardaki kahramanlar da ölünce ötesine inanamıyor ki insan. Bir küçük prens gitti dünyadan, şimdi daha iyi bir yer oldu yaşadığımız yer birilerine göre. Ahh o insanlar irin sarmış sanki hücrelerini.  Delicesine bir melodram yaşıyoruz! Delirmemek için deliliği yaşıyoruz adeta...


Bahar gelse de tüm yollar denize çıksa keşke. Kokusunu bile öyle çok özledim ki. Burada bir başka kokuyor deniz, daha az tadı var sanki ve daha az iyot kokuyor. Yine de saçlarımdan damlayan o tuzu yalamak ve güneşe vermek istiyorum tenimi, sessizce.


Yazmaya başlayalı tam 6 sene olmuş meğer, dolmuş hatta iki gün önce. Bir türlü aklımda tutmayı başaramamışım o günü yine. Olsun! İlk geldiğim yıllarda daha blog'un ne olduğunu bile kavrayamadan yazmaya koyulmuştum. İyi ki diyorum şimdi iyi ki girmişim bu yola. Ne büyük mutluluk!

Anneannemin doğum günüydü 12'si. 89 yaşını doldurdu. Kocaman bir ömür, geride bıraktığı binlerce anısı ve yaşayacakları. Her birine ben sahip çıkmak istiyorum ama olmuyor. Hala ellerine bakıp haline şaşırması dokunuyor en çok içime. İnanamıyor ki bu yaşta olduğuna. Ben de ne zaman ellerime baksam onu görüyorum sanki ellerimde, sonra da annemi. Ben de inanamıyorum çoğu zaman 30'larımda olduğuma. Zamanı içip bitirdim sanki.

Ayın 13'ü dedemin ölüm yıl dönümüydü. Balıklı, rakılı, ananaslı, radyolu, denizli, traş losyonu kokulu, kaktüs sulu, incir sütlü, işkembe çorbalı, ekmek kadayıflı anılarım toplandı yine bir araya. Dizinde gülümseyerek oturan o sarışın minik kız çocuğuyum  sanki hala. Ne zaman misafirliğe gitsem kapıların ardına saklanmak isteyen. Ben ölünce nasıl anılar bırakacağım ardımda acaba? Ne kokacak, ne tat verecek bıraktıklarım? Benden ne kalacak geriye?

Şimdi herkese pazar bugün, bir bana salı sanki. Çünkü ne kalabalık sofralar ne lezzetli kahvaltılar ile başladık güne. Ilık bir çay, birkaç dilim peynir ve zeytin vardı tabağımda. Şu türk kahvesi de olmasa?

Hadi bakalım şimdi ucundan kıyısından günü yakalamak lazım! Şu pencereden gördüğüm çimene atasım var kendimi ama zamanı değil henüz...Bekliyorum, durdum!


Cezayir'den nostaljik aile fotoğrafları

$
0
0
 1951 Alger-Casbah




Göçebe bir topluluk 

Grande kabyle ailesi


Fotoğrafların bazılarının tarihleri yok, bulamadım. Kimler oldukları da meçhul ama böylesi daha da güzeldir belki de. 

Eski fotoğrafları seviyorum. Kime ait olduğunu bilmediklerim daha çok yaralıyor aslında beni. Bit pazarlarında en çok eski aile fotoğraflarına üzülüyorum kutuların içlerinde, torbalarda satıyorlar birilerinin hayatlarını. Yere düşen birini almıştım bir gün satıcı amca al senin olsun dedi aldım, hala saklarım, kimdir bilmem. Oysa kim bilir ne anıları var onun da. Umarım bir gün benim için kıymetli olan şeyler, fotoğraflarım, anılarım böyle pazarlara düşmez, sevgiyle kıymetle saklanır.

Anılar hep güzeldir, ardında ne barındırırsa barındırsın. Fotoğraflar aslında mutluluğu ve hüznü bir arada anlatmalıdır...

Fotoğraf şiiri; işte en sevdiğim şiir:

Durakta üç kisi 
Adam kadin ve çocuk 

Adamin elleri ceplerinde 
Kadın çocuğun elini tutmuş 

Adam hüzünlü 
Hüzünlü sarkilar gibi hüzünlü 

Kadin güzel 
Güzel anilar gibi güzel 

Çocuk 
Güzel anılar gibi hüzünlü 
Hüzünlü şarkılar gibi güzel.

                     CEMAL SÜREYA 


Olmak istediğim yer

$
0
0

Hiç uyanmak istemediğim bir rüyanın tam de en can alıcı kısmında alarmın iç gıcıklayıcı sesine uyandım dün sabah. Güzel bir sabahtı, kuş sesleri penceremin tam da önündeydi adeta. Kedim bile heyecanlanıp camdan dışarı dikmiş gözlerini, sonradan fark ettim.

Sabahları güneşli ve kuş cıvıltılarıyla dolu bir güne uyandığımda heyecanlanıyorum güne katılmak için ben de aynı bir ev hayvanı gibi. Oysa dün beni heyecanlandıran asıl şey rüyamın gerçekliğiydi ve hala orada olduğumu hissetmek. 

Herkes için değil elbette, sadece mutlu çocukluğu olanlar için kıymetlidir o günlere dair anılar. O yüzden büyüdüğüm ev her zaman benim için özel olmuştur. Çok ağlamıştım taşındığımızda. Pek çok kereler o eski evimizin kapısına gitmiştim oyun bittiğinde akşam vakitleri. Oraya bizden sonra taşınanları hep kıskandım, bizim bıraktığımız gibi dursun her yeri istedim içten içe. Çocuğum ya işte, eve gitmez; evimizin yeni sahiplerine uğrardım su istemek için, yan gözle de içeriye bakar dururdum. Duvarda kocaman bir sonbahar resmi vardı, salonda. Hala merak ediyorum acaba duruyor mu şu anda da diye. Kokusu vardı kendine has ve ruhu vardı sanki yaşayan bizimle.

O evdeydim işte dün sabah yeniden. Bir bir gezdim tüm odaları. Pek çok şeyi unutsam da günden güne; oraya ait çoğu detay hep aklımda. Neden? O minik mutfak, salonda yanan soba, banyonun önündeki pembe lamba, sokağa bakan soğuk odamız...

Hiç istemedim çıkıp gitmek oradan. Kendi kendime bir gün bu evi alacağım diye geçirirdim içimden. Bazen hala düşünüyorum. Keşke çocukluğumuzu geçirdiğimiz evler öylece kalabilse. Soluk almak istediğimizde gidip kapısını açıp kendimizle kalabileceğimiz bir yer gibi, dursa, hayatın tam da ortasında. 

Belki de ben fazla bağlıyım anılarıma, bilmiyorum neden böyle. Hatırlamadığım detaylar için bugün öyle üzülüyorum ki. Çünkü biliyorum yarın oraya adımımı atsam ve bıraktığım gibi bulsam nehirler kadar çok ağlayacağım. Belki duvar kağıdını bile severim, kim bilir. 

O çok fazla oturmadığımız, ince sokağa bakan dar balkonda durup bakmak istiyorum geçmişten, bugünüme doğru. Geleceği bilmeme gerek yok şimdi. Sadece dinlenmek istiyorum anılarımda!


Odamdaki tütün rengi ahşap yatağın, kurbağa yeşili kadife kumaşında uzanmak istiyorum biraz. Gizliden soğuk odamıza dalıp içinde her gün yeni şeyler keşfetmeye doyamadığım karton kutuları karıştırmak istiyorum kahkahalarla. Arkadaşlarım beni çağırsınlar oynamaya bağıra bağıra, sonra bakkaldan biraz çekirdek alsam belki bir de gazoz, köpür köpür leblebisi de yanında. Her yerim kir toz olana kadar oynasam sokaklarda düşe kalka. Sonra mis gibi yemek kokan evimize giriversem muzipçe gülümseyerek. Annemin nefis köftelerini bir bir tıkıştırsam ağzıma ketçaba bana bana. Hani gittim farz ettik ya o günlere, o zaman dedem de gelsin yanıma, dizine oturtsun ki beni dinleyeyim onu can kulağıyla. Babaannem belki sabaha börek yapar getirir kıyamaz ki o bana. Hem ertesi gün belki de anneanneme giderim elime hala her gün ofise gelirken yaptığım gibi kocaman bir torba alıp da, içine yanımda olmasını istediğim her şeyi doldurarak.

Keşke güzel rüyalar hiç bitmek zorunda olmasa...

Keşke camcılar, dünyayı daha güzel görebilmemizi sağlayan camlar taksalar evlerimizin pencerelerine,

ve keşke masallara her gün yeniden inansak!

Bana uzun uzun yaz

$
0
0

Uzunca yazmaya başlayalı epey zaman oldu aslında. Ortaokul yıllarıydı, şiir ile yatıp şiir ile kalktığım zamanlardı. Dizelerim hep uzun olurdu, çünkü anlatmaya çalıştıklarımı yarıda kesmeyi taa o zamanlarda dahi sevmezdim. Küser gibi gelirdi kelimeler sanki. Olağan gücümle, bastıra bastıra yazardım.

Daktilo sevdam da o zamanlarda başladı. Sahile bile taşırdım cılız bedenimle o koca ağırlığı, sırf denizin sesiyle daktilonun çıtırtısı karışsın birbirine diye. Hem tuzlu tenimle yazmayı da severdim güneş yakarken...

Yanımdaki sıra arkadaşımla mektuplaşmaya da o zamanlarda başladım. Anlatacak hep çok şeyim varmış bakıyorum da. Bitmek bilmeyen kelimeler ordusu kurmalıymışım zamanında. Yazmak belki de en iyi ilaçtı ruhuma, şiir gibiydi bir parça ve anlattıkça çoğalıyordum kendimce.

Uzun uzun yazdığımız zamanlardı birbirimize. Daha öğlen yanından ayrıldığım arkadaşıma sayfalar dolusu yazardım sanki yıllarca konuşmaya hasret kalmış gibi. 

Geçen bir arkadaşım sana uzun uzun yazmam lazım bir ara dedi ve işte o anda üşüştü tüm anılar üzerime. Uzun uzun yazmayı ve bana uzun uzun yazılmasını çok seviyorum ben. İyi ki bana yazanlar var ve kalbiyle ruhuyla kilometrelerce uzağa gelebilenler var kelimelerden kurulan köprülerle. İyi ki güzel yürekli insanlar var yakınımda, bana dokunmadan değebilenler var, güneş gibi içimi ısıtan, uzun uzun yazanlar. 

Yazmak gelen gün ile yeniden var olmak demek adeta!

Değişmek, dönüşmek, benzeşmek

$
0
0
Yine yazmakta zorlandığım zamanların birindeyim. Bazen türlü türlü yerlere yazabiliyorken bloga yazamıyorum bir türlü. Belki de kelimelerimi yerinde kullanamayacağımı düşündüğümdendir. Ya da yazmak çok geldiğinden. Bazen öyle çok geliyor ki yazmak, bir gün uyandığımda kendimi cümle olarak bulmaktan korkuyorum. Kocaman hayatın tam da ortasında duran kısacık bir cümle olsaydım ya! Tanrım ne korkunç!

Günler olabildiğince birbirine benziyor yine şu günlerde. Ama bulutlara her baktığımda bambaşka şeyler görebildiğim için seviniyorum. Baharın gelmesine az kaldı, güneş tüm gücüyle yakıyor açık alanlarda. Bazen öyle oluyor ki sırf güneşi daha çok içime çekebileyim diye koyu renk bir şeyler giyip de dikiliyorum karşısına:)


Her gün yürüdüğüm yollar da aynı aslında ama değişen gökyüzü sanki o alanları da başkalaştırıyor. En azından öyle hissetmeme imkan veriyor, bu yüzden seviyorum onu. Çizgi film bulutların gökte toplanması hoşuma gidiyor, bir de çabuk gelse şu çimenlere uzanacağımız zamanlar!


Korkutan zamanlar da olmuyor değil tabi kimi zaman. Hele ki inceysem ve şemsiyem evde kaldıysa biraz ıslanıyorum her seferinde. O zamanda çocukken yaptığım gibi gülümsemeye gayret ediyorum. Saçlarım daha çok uzayacak işte diyorum yağmurun altındayken. Bazen de ağzımı göğe dayayıp damlaları içiyorum:) En güzeli de toprak kokusu...


Bu fotoğrafı çektiğim anı hatırlıyorum. Güzel bir gün geçirmiştik arkadaşlarımızın evinde Alger'de. Önceki gece kutlamalar olmuştu Makam-ı Şehit'in oradaki meydanda, havai fişekler atılmış, müzikler çalınmıştı. O zamanları özlüyorum. Arkadaşlarımız hala buradayken zaman daha dolu geçiyordu. Şimdi bakıyorum da en eski biz kalmışız burada.


Bu fotoğrafı çekmemin üzerinden de ne çok zaman geçmiş. Buradaki ilk yıllarımdı daha. Acaba bu maymun hala yaşıyor mu? Ona bakınca bazen kendimi görüyorum, bir şeylerle uğraşırken hayalimde canlanan beni. Bu bayat ekmeği yemeye çalışması da her baktığımda içime dokunuyor. Sadece insanlar arasında değil ki eşitsizlik hayvanlar arasında da büyük uçurumlar var. Daha dün bunun üzerine konuştuk. Tüm bunları görebiliyorken, ilahi adaleti sorgulamamak mümkün mü?


Kızıla çalan evleri ilk burada görmedim elbette ama seviyorum bu hallerini. Zamana direniyorlar kendilerince. Eski evimdeki beyaz panjurları düşünüyorum, ışık sızdıran yerlerini severdim en çok. Bir de oldum olası evlere ve bahçelere asılan çamaşırları severim, yaşanmışlık hissi veriyorlar bana. Bahçemde çıtır çiçekli mis kokulu çamaşırlar olmasını istememi kim yadırgayabilir?


Zaman geçtikçe bu coğrafyaya yakınlaştığımı hissediyorum ama insanlardan uzaklaşıyorum. Buradaki evler, sokaklar, binalar gibi soğuk, yalnız ve hüzün dolu oluyorum kimi zaman. Duvara yazılan kelimeler gibi aklıma yazılıyor anılar. İyi yönde değişmiyorum, şantiyede yaşamak beni daha iyi biri yapmadı, biraz kaba, daha kabullenici, tembel ve yorgun biri yaptı. Her gün içimdeki enerjiyi yeniden bulmaya çalışıyorum bu yüzden. Ortama yenilmemek için! Bilmediğim bir insana benziyorum ya onu keşfetmeye, tanımaya çalışmak oldukça zor geliyor. Bir de tabi bu arada derlerdi ki eskiden evli çiftler birbirlerine benzerlermiş; ne doğru bir söz. Sadece fotoğraflarda benzemiyoruz birbirimize, dönüşüyoruz birbirimize günden güne. Bir başkasında kendimi görmek tuhaf ama iyi bir şey. Tüm iyi olan tuhaflıklar gibi...

Son zamanlarda pek çok kişi deli olduğumu düşünmeye başladı sanırım, veya delirmeye başladığımı. Seviniyorum böyle olmasına aslında. İçimdeki deliliği kaybetmeye başladığımı düşünüyordum, neyse ki çok uzakta değilmiş...Ben nerdeymişim bunca zaman dedirtti bana yaşam... Kendimi keşfetme ve yeniden bulma sürecim hiç bitmesin istiyorum bazen, çünkü her seferinde yeni biriyle tanışıyormuşum gibi oluyor. Bu insan yoksunluğunda iyi geliyor bana. Kitaplar, filmler, şiirler, insanlar, hayatlar, yaşananlar ve hayaller hakkında konuşmayalı o kadar uzun zaman oldu ki. Boşa sarf edilen cümlelerle dolmuş etrafım, birbirine değmeyen onlarca kelime var. Burası bir inziva hali ve karşıma çıkan yeni kişi hep kendimim!

Abrakadabra

$
0
0


Bir plak gibi dönüyor gökte mavilik 
Sesi aşağıda, çok aşağıda 
Üstünde bir duvarın. 
Duvarsa 
dondurma yiyen bir çocuğun eli sanki 
Taşmış akıyor 
Öpüyor toprağı kanatan nar çiçeklerini. 

Öpülüyorum bembeyaz çimlerinde yalnızlığımın 
Sonsuzluk yarın. 

                     Edip Cansever


Bu günlerde bir çağla badem düşünüyorum renkli kaselerde buz gibi. Kütür kütür yemeliyim, herkes duymalı sesini diyorum içtenlikle. Bir de böyle ahşap bir salıncak düşlüyorum, gözlerimi göğe dikip özgürce sallanacağım. Bir buluta göndermeler yapacağım, bir ot tanesi ile gıdıklanıp, bir uç uç böceğinin tenimde yürüyüşüyle gülümseyeceğim ahşap bir salıncak. 


Belki deniz kıyısında otursam bu kadar çok düşünmezdim. Sadece dalgalara bakar dalar giderdim öylesine. Havalar yine çok acayip, bir yağışlı, bir yakıcı. Ne zaman güneşi görsem çimlere uzanmak geliyor içimden. İki keçi iki de koyun var kampta, henüz keçileri göremesem de varlıklarına sevindim. Böyle şirin şirin bakıyorlar insanın gözünün içine. Yine de ne düşünürsem düşüneyim denizden öteye gitmiyor işte!


Şöyle renkli vazolarda çiçeklerim olsun istiyorum bir de çok. Bahar geliyor ya hep kır çiçekleri var aklımda. O mini mini duruşlarıyla evimi, ruhumu güzelleştirseler keşke. Bir çiçek işte alt tarafı ama yok. Ne yakında ne de uzanabileceğim kadar uzakta. Kitaplarıma sarılıyorum bol bol. Kokluyorum mis kokulu kurabiyelerimden birini, iyi geliyor ohhh çekiyorum. 


Bir de şiir okuyorum bu sıra. Özlemişim. Pek fazla açmışız arayı, neredeyse küsmüş dizeler bana diyeceğim, o kadar yani. Arada yazıyorum da, bakalım ne zaman düzelecek aramız. Şimdilerde şiir yazıyorum diye herkes pek şaşkın, oysa kendimi yeniden bulma halindeyim, sadece haber vermeden geldim hepsi o!!!

Yarın tatil. Belki biraz boyama, kesme, biçme yaparım, belki de mis kokulu yemeklere ve tozlu sayfalara gider pembe ojeli ellerim. Neyse ki ruhum hala renkli. Pek siyahlara dönesim yok bu sıra, seviniyorum. Artık yaz gelecek ve suya dokunabileceğim...

Sonra da abrakadabraaaaaa belki de sihirli bir şeyler olur kim bilir!

Bahar diyorum ne güzel!

$
0
0
Yaza varmak için yola çıktık valizimizde hayallerle. Günler şu sıra alabildiğine güneşli. Hava ılık, bazen rüzgarlı ama mis kokulu. Kuşlar var mini mini etrafta pır pır uçuşan, onlar da seviniyor besbelli. Toprağa bastık ilk kez geçen hafta iyi geldi.
Yataktan hala zor kalkıyorum sabahları. Ee bir de koynumda, patilerini bana dolamış, minik başını da omzuma koymuş yumuşacık ve sıcacık bir kedi olunca gel de kalk!

Öğlenleri eve koştur koştur gidiyorum çoğu zaman. Gideyim ki penceresini açayım kuzumun, o da kuşlara baksın, havayı koklasın, içine çeksin baharı. Bu sıra buzdolabının üzerine çıkıyor, yeni bir tür oyun gibi. Orada uyanmış buluyorum öğlenleri bazı günler aynı şu şekilde;


O zaman işte mıncırmaktan parçalayacağım diye korkuyorum yumağımı. Onun arkadaşım olmasını, beni sevmesini seviyorum. 


Bu benim yastığım, deniz var içinde bolca ve rüyalarıma da giriyor geceleri o denizin dalgaları. Aşağıdaki de eşim, o da bir fransız edasıyla yanımda:) Yatarken bile eğleniyoruz. Yastıklarım turuncu saçlı canım arkadaşımın ablası  Sevgili Gökçe'den. Diğer güzellikler için blog ve facebook sayfasını ziyaret edebilirsiniz!



Minik sallandoz diyecektim ama pek de minik değil aslında. Onları hayatın içindeki ağır ilerleyişlerine tanık olmayı seviyorum. Temas da etmek istiyorum o minik baloncuklu tenleriyle ama henüz o cesareti bulamadım kendimde, korkuyorum:)


Bulutları çok seviyorum. İsmi Bulut olanlara karşı da sempatim olduğu bir gerçek. Bir zamanlar bulut adında tanıdığım bir çocuk vardı, o zamanlar anaokulundaydım, güzel bir yüzü vardı. Bazen o geliyor aklıma, acaba ne yapıyor? Bulutlar bu şekilde göğü şenlendirdiğinde mutlu oluyorum. Güneş ve göğün maviliği enerji veriyor hücrelerime.


Bazen delicesine kasvet sarıyor ortalığı. İşte o zamanlarda yapmak istediğim şey kitap okumak veya film izlemek oluyor. Oturduğum yerde hayale dalıyorum keşke şurada oluverseydim şimdi diye. Bulunduğum ortam evden ayrı bir yerse ruhum daha çok sıkılıyor sanki. İçinden çıkılmaz bir hal alıyorum. 


Afrika'da olduğumuzun çoğu zaman farkında olmadan geçiriyorum günlerimi. Afrika denilince zihinlerde bambaşka izlenimler oluşuyor ister istemez. Bazen büyük maceralara atılmak istiyorum, bazen sadece bir çantayla yollara düşmek, keşfetmek. Keşke her tatil gününde yeni yerler keşfetme isteğimiz olsaydı da iyileşseydi gördüğümüz her tozlu yolla ruhumuz.


Bahar çiçeklerinin kokusunda bir şey var. Şairin şiiri gibi, insanı delen, geçen. Resme baktıkça görülen farklı suretler gibi aynı, her seferinde yenisini keşfettiğin. O çiçeklerden kendime yatak yapmak istiyorum, böceksiz çimenlerden de yorgan:)Gelinciklerden de yastığım olabilir mi?


Böyle çıldırma anlarımız oluyor kimi zaman. Aslında biz çift olarak göründüğümüzden daha deliyiz ama pek belli etmiyoruz, edemiyoruz. Zaten yeteri kadar dikkat çekiyoruz daha fazlasına gerek yok:) Oysa ahh içimizdekileri bir bilseniz, ev hallerimize bir tanık olsanız bize çok gülerdiniz:) İçimizdeki hala büyümeyen ve hiç de büyümesini istemediğimiz, sevgiyle koruduğumuz çocuğa selam olsun!


Çok şiirsel zamanlar yaşıyorum. Bahar geldi ya ondan herhalde. Her harekete türlü manalar veriyorum olur olmadık. Bir koza değiştirme hali benimkisi. Daha dün mezar taşı olduğu çok bariz bir şekilde belli olan bir taşı, mantardan ev zannettim, kendime güldüm. Demek ki bahar iyice içime işlemiş dedim. Keşke hep böyle olabilsek! 

Diyebileceğim yegane şey iyi ki şairler ve güzel insanlar var...
Ve Bahar diyorum olabildiği kadar güzel!!!

Bir masalın yeryüzündeki yansıması: Versailles Sarayı, Paris

$
0
0
Uzun zamandır bu yazı için hazırlık yapıyordum fakat bir türlü tamamlayamamıştım. Pek çok şeyi bir arada yapmaya çalıştığım için bazen hepsi yarım yamalak kalıyor ne yazık ki. Bu sıra havalar pek güzel Cezayir'de. Bahar geldi artık. Bundan sonra da böyle devam edecek diyorlar ya nasıl da mutlu oluyorum. 

Bahar zamanlarında sıkça Paris'i düşünüyorum. Özellikle de foto bloglarda sıkça görüyorum Paris manzaralarını. Bu yüzden hep çoğalıyor özlemim. 

Versailles gerçekten muhteşem bir yer. Yalnız yılbaşı zamanı olduğu için çok iyi şey söyleyemeyeceğim. Bahar ayında orada olup sadece yemyeşil çimenlerinde kitap okumak için gidilebilir. Şu sıra öyle bir hayalim var nedense. Paris'te olsam oraya gitmeyi tercih ederdim herhalde boş zamanlarımda, bir de Louvre'da yatar kalkardım herhalde. 

Versailles öyle merkezde bir yerde değil. Disneyland ile Versailles arasında seçim yapmak zorunda kaldık biz. İkisi de ayrı uçlardaydı. Biz kış olduğu için disneyland'ı tercih etmedik. Bir de teyzem sıkı sıkı tembihlemişti Versailles'i mutlaka göre diye. Onlar da Paris gezilerinde Disneyland'a gidip Versailles'a zaman bulamamışlardı.


Sanırım tren yolculuğumuz 40 dk sürmüştü. Zaman geçtiği için bazı detayları hatırlamıyorum. Not aldığım yerlerde var aslında ama bulamıyorum. Metro veya hızlı tren değil bu ulaşım aracı, normal bir tren. Ayrıca trenle yolculuk yapmak da ayrıca zevkli Paris'te. 

Müze kartımız ve metro kartlarımız bize Paris'te ilaç gibi geldi. Çoğu yere beklemeden girdik. Yalnız Versailles ve Eiffel için geçerli değillerdi. Eiffel de pek beklemesek de Versailles sarayının bahçesinde tam bir buçuk saat bekledik. Eğlendik beklerken ama olsun yine de fazlaydı.



Bu manzaraları saraya giderken gördük. Zaten Paris'te her yer bence başlıbaşına bir güzellik. Nereyi anlatıp tarif etmeye kalksam, diğer yer bana küsüyor gibi hissediyorum. Hepsinin insanda bıraktığı his başka ve büyüleyici. 


Girişteki o altın detaylar insanı çok etkiliyor. Bir masa girsem ancak bu kadar heyecana kapılırdım sanırım. Her bir parçasına dokunmak da büyük mutluluk bana kalırsa. Ellerimi duvarlara, resimlere, girinti çıkıntılara sürüp, havayı bol bol içime çekip durdum. Böyle acayip huylarım var işte benim!



Sanırım yılan şeklinde kıvrılmış 5 parçalık bir sıra bekledik. Uzunlukta epeyce vardı. O sırada leziz brioche'lardan yemeyi ihmal etmedim. Böyle durumlar için yanınızda yiyip içecek bir şeyler taşımak harika oluyor. İçeri girer girmez de soluğu tuvalette aldık. Orada da bir kuyruk bekleme durumu yaşadık ne yazık ki.  




Bu geniş salon beni çok etkiledi. İçeri girilmiyordu kapısında kocaman zincirler vardı ama insanların üzerine çıkmak suretiyle bu kadar fotoğraflayabildim. Zaten Versailles'te en üzüldüğüm durum kalabalık olmasıydı. Gittiğime pişman olmadım ama tat da alamadım. Aşağıda göreceksiniz.


Bu anahtar bir harikaydı. Versailles sarayının anahtarıymış. Detaylar hakkında bilgi edinmek isterseniz web sayfasını ziyaret edebilirsiniz. Bu anahtar diğer güzelliklerin yanında devede kulak kaldı elbette.


Ben bu heykellerin de hikayesini çok merak ediyorum hala açıkçası. Çok ilgimi çekenlerden bir tanesiydi. 


Her şeyde yüklüce bir zerafet hakimdi; ışıklarda bile!


Bu kapının ardında ne olduğu da hala merak konusu!


Burası da kapalı olan alanlardan biriydi. Daha kim bilir ziyarete açılmayan ne kadar çok yer vardır sarayda. Saray kelimesinin bile içi nasıl dolu dolu. Bir sarayda yaşamak nasıl bir duygu olabilir acaba? Neye benzer? Hangi kelimelerle tarif edilebilir. Bahçeleri gördükten sonra orada uzun seneler geçirebileceğime kanaat getirdim.


Versailles ihtişamın diğer adı!


O duvarlara bakmak inanılmazdı. Nasıl yapılmış o resimler. O detaylar nasıl da harikaydı. Nereye bakacağını şaşırıyor ki insan. Her bir yönde ayrı bir güzellik. Kalabalıktan göremediğim çok şey de oldu elbette. Bir de zaman geçtikçe insan bazı detayları unutuyor ya en çok ona üzülüyorum. Keşke hafızamızda her şey ilk günlerindeki gibi kalabilse!



Yatak odaları akla ziyan diye tabir edilebilecek gibiydi. Beni çok boğardı böyle odalarda uyumak ve uyanmak sanırım. Hele yatakları çevreleyen perdeler bende tabut izlenimi uyandırır daima. O yüzden en bana göre olmayan kısmı yataklarıydı diyebilirim. 


İşte kalabalığın bir kısmı. Burası harika bir yerdi. Ama öyle bir izdiham vardı ki! Abartmıyorum, ezilenler var diye haberlere çıkabilirdik. Ben bir ara o kadar umutsuzluğa düştüm ki pencereleri kontrol ettim, acaba ne kadar yükseklik var atlayabilir miyim diye? Paris'te ve özellikle de Versailles gibi bir yerde böyle bir muameleyle karşılaşacağımı anlatsalar inanmazdım. Lütfen siz inanın! Bana kalırsa yeni yıl zamanı böyle yerleri gezmek için iyi bir zamanlama değil. 


Bu da kralın odası sanıyorum. Yine boğucu bir havası var. Ama ahh o perdeler ne harikalar! Onlara dokunamadım ne yazık ki, o sırada nefes almaya çalışıyordum. Bu fotoğrafı da eve gelince fark ettim. O an can derdine düştüğümden etrafıma bakmayı ihmal etmişim.


Beni en çok etkileyen duvar işlemelerinden biri bu.



Bu tablo da en sevdiklerim arasında. Taç giyme törenini anlatıyor. Kıyafetler yine bir harika!Bana tüm bunlar hiç yaşanmamış gibi geliyor, sanki hepsi bir masaldan alınma gibi. 


Sanırım hayatımda daha önce Versailles sarayının bahçesi kadar büyük bir bahçe görmedim ben. Hava kararmaya yüz tutmuştu gezmeye başladığımızda. Ama gördüklerimiz yetti. Hep orada Mary Antoinette'in yürüdüğünü, koştuğunu hayal ettim ben niyeyse. Epey andık Mary Antoinette'i. Akıl almaz derecede büyüktü. İki yanında devasa ormanlar vardı bu bahçenin. Yani fotoğrafta gördüğünüz kadar sanmayasınız!


Bu da sonunu gösteren bir fotoğraf kesinlikle değil!

Bu bahçenin sağ kısmında trenle gidilebilen ve Mary Antoinette için yapılan Küçük Saray var. Biz saati kaçırdığımız için gidemedik. Bir dahaki için bahanemiz olsun! Sağdaki ormanlık alanlar biraz daha seçilebiliyor burada. Kaybolsam ne yapardım orada bilemiyorum. Ürkütücüydü de elbette. Ama o yorgunluğumu unutamıyorum. Dönüş yolunda yere çökmüştüm. Ve anlatmak istediğim bir detay da hava kararmasına rağmen bahçede bir tek ışık olmamasıydı. Dönerken cep telefonlarımızın ışıklarından faydalandık. Bu korkmamızda bir etkendir tabi. Sarayın içinde ışıklandırma vardı. Ama böyle büyük bir sarayda bahçede neden aydınlatma yok hala merak ediyorum ben!




Bu orta havuzun detaylarını da çok sevmiştim. Baktıkça oradaki zamanlar aklıma düşüyor, seviniyorum. İyi ki de gidip görmüşüz ve umarım yakın zamanda yeniden gitme imkanı buluruz. Bu sefer sindirerek gezmek, çimenlerinde telaşsız oturmak ve zamanın içinde sürüklenmek istiyorum.




Karanlığın içinde parlaması da bu dehşet güzellikteki saraya farklı bir anlam katıyor. Hala merak ettiğim pek çok yeri var.



Bu da en sevdiğim fotoğraflarımızdan. Bir ihtişamı ışık kadar iyi anlatabilecek başka da bir şey yok herhalde. 


O kadar yorulmuştuk ki yerlerde süründük bir süre. Ama eğlendik. Sonrasında sakince durmak iyi geldi. Yorulduktan sonra gidip otele yattık sanmayın. Paris sokaklarında eğlence son hız devam etti. Programımızdan geri kalmamak uğruna nasıl yorulduk bir anlatabilsem. Her bir dakikasına değdi. 


Bu arada merak edenler için bir detay da  vereyim. Tripodu taşıdık ama içeri sokmak yasaktı bu yüzden kapıda teslim ettik. Olsun yine de sonrasında işe yaradı. Hem zaten ben taşımaya alışkınım:) Zaten kendimize bile içeride zor yer bulurken tripodu almamaları yerinde bir karar olmuş :)

Versailles'i mutlaka görün diyorum. Bir masalın içinde hissedeceksiniz kendinizi. Bahar zamanında gidin demek istiyorum. O zaman hem daha sakin gezer hem de keyfine varırsınız oradaki zamanınızın.

Bir sonraki yazımda Versailles'teki bazı detayları paylaşacağım. Ayırdığım tüm fotoğraflar bu kadar değildi :)


Detaylar; Versailles

$
0
0
Güneşli bir gün eşlik ediyor bana ve kağıtlarımı bırakıp bilgisayarda yazmaya başlıyorum birden. Yazmak her zaman güzel ama güneşli günlerde daha da güzel. Bahar artık gitmez diye düşünüp seviniyorum. İyi geliyor havanın temiz kokusu ve bahçede oynayan iki küçük keçi de çok güzel, mutlu ediyor insanı sebepsizce.

Versailles detaylarından önce yazmak istediğim şeyler vardı aslında ama başka şeyler araya girince ertelemem gerekti. Şimdi bu güzel detaylarda biraz oyalanalım ve sonra yeni yazılarda buluşalım, bahar dolu olsun.


Altın ile demirin bu ihtişamlı uyumu beni çok etkiliyor. Çiçekler, yüzler, melekler, çocuklar, armalar, oklar ve daha niceleri sanki her daim orada kalmaya davet ediyor sizi. Alice'in büyülü dünyası gibi, girince çıkamıyorsunuz!


Onca itiş kakış arasında bu kapıyı fotoğraflamanın ne denli zor olduğundan bahsetmeye kalksam size lüzumsuz gelebilir. O anı yaşamadan inandırmak güç! Bu melek figürlü kapıyı çok sevdim. Bolca dokundum, ince detaylarını hissettim. Böyle heybetli görüntüsünün yanında epey narin bir kapıydı aslında.


Bu da bir merdiven tokmağı. Belki de adına başka bir şey deniyordur, bilemiyorum. Ona da dokunmadan geçemedim. Ellerim kirlenir, bir sürü insan dokunuyor, kötü kokuyor gibi takıntılarla dokunmayan insanlar gördüm. O anda böyle şeyler aklımın ucuna dahi gelmedi. Sadece işin dokunma kısmında hissettiğim tek şey Mary Antoinette'in de dokunduğu oldu:)


Açıkçası evimin böyle sanat dolu olmasını dilerdim. Tavandaki köşelerde minik melekler dans ederek şarkı söylesin, çiçekler, güller dört bir yana dağılsın isterdim. Sanırım yazmak için bana daha çok neden vermiş olurlardı. 


Bu da üzerinde taçların sergilendiği bir masanın alt kenarının detayı. İfadeler nedense hep hüzünlü, kızgın veya kırgın. Doyasıya gülen bir yüz görmediğime eminim. Ama değiyor inanın, fotoğraflara baktıkça her bir kareye değdi diyor insan.


Bunlarda sık sık etrafı ve bahçeyi kolaçan ettiğim pencerelerin kolları. Ahh o çiçekler ve o renk ve o kabartma doku. Neden hep benden öncekileri hayal edip duruyorum? Dili olsa da konuşsa derler ya ben en çok bu pencerenin konuşmasını dilerdim herhalde. 


Bu da pencerenin hemen yanındaki perde tutacağıydı. Orada öyle duruyordu işte, tarihi anlatıyordu, masal değil diyordu, sevdim onu çok!


Ve kadınlar... Bu damla şamdanları tutan zarif kadınlar. Boydan boya sıralı, parlak ve ağır. Olabildiğince naif, çoğunlukla sert ve mağrur. Üzerlerine yazılacak pek çok hikaye vardır eminim bir yerlerde. Kocaman yumuşak kağıtlara her santimetresini çizmek isterdim oradaki sevdiğim her detayın.

Görmek, yenilenmek demek. Burayı ve hissettirdiklerini seviyorum. 

Mutlu kalın.

Benim mutlu küçük bahçem

$
0
0
Günler günleri kovalarken, güneşin yakıcılığını tenimizde hissediyoruz artık öğlen vakitlerinde. Bu da oldukça iyi hissettiriyor. Güneşin verdiği bu hissi başka ne verebiliyor ki?

Öğlenleri bazen eve gidiyorum bugün olduğu gibi. Kedimi besliyorum ve ona camı açıyorum ki havayı koklayıp kuşları dinleyebilsin diye. Şimdi bahçemizde ayaklarımızı uzatıp oturabileceğimiz, uzanıp kitap okuyabileceğimiz bir de kanepemiz olduğu için de ayrıca gitmek istiyorum bir süre kafa dinleyebilmek için. Yemek sonrası iki sayfa da okusam iyi geliyor. Bazen sadece uzanıp duruyorum öylece.

Bu sıra baharın gelişiyle de oyalanma ihtiyacı hissediyorum epeyce. Bu yüzden akşamları eve geldiğimde ya boyama yapıyorum, ya dikiyorum, ya yazıyorum. Zaman verimli geçiyor. 


Uzun zamandır aklımda olan kapı süsünün de bitmesine az kaldı. Birkaç gündür hep boyama yaptığım için alt kısmındaki boş kısmı henüz dolduramadım ama oraya bir kuş kondurmak var aklımda. 


Bu bisiklet de hep istediğim bir şeydi. Sağ olsun arkadaşımız bizim için yaptı. Lehim teli kolay büküldüğünden onunla yaptı. İlk günler sıcaktan biraz sarktı, tel hassas olduğu için. Ama sonra jant ve diğer parça eklemeleriyle sağlamlaştı. Artık hiç bir şey olmaz herhalde. Adı da 'GEL GEZELİM.'Şimdi ona bir tabela yapmak istiyorum tahta parçalarından. Bodrumdaki gezdiğimiz teknenin adıydı bu gel gezelim o yüzden mavili beyazlı bir ok yapmayı düşünüyorum:)


Bu da yatak kanepemiz. Kenarlarında demirlerini görüyorsunuzdur. Atılmıştı, bulduk, aldık, onardık, zımparaladık ve boyadık, mis gibi oldu. Arkadaki demir kafeslerin dibine de sarmaşık ekildi. İki ayda büyüyor diyorlar. Büyüyüp o demirlere dolanacak ve bize gölge yapacak diye umut ediyoruz. 


Baykuş olmazsa olmaz elbette. Bodrum'dan almıştım sanırım. Getirdiğimi bile unutmuşum. Eşyaları karıştırırken içinden çıktı kanepenin kenarına asıverdim. 


Bunlar da boyadıklarım. Bu silindirler şantiyeden gelen beton numuneleri. Aslında çöp oluyorlar sonunda. Biz de eve uzanan yola koyalım üzerini de süsleyelim dekoratif olsun diye düşündük. Silindirleri boyamak biraz zor oluyor ama küp olanları çok sevdim. 


Bu küplerin arka kısımlarını da boyayacağım yavaş yavaş. Çok eğlenceli gerçekten. Web'den örnekler bulup baka baka boyuyorum kolay oluyor. Akrilik ile boyayıp üzerine vernik sürüyorum çünkü yağlı boya ile boyamak zor oluyor. Daha kafeterya, ev, berber dükkanı ve benzinlik yapmayı düşünüyorum.


Bu da Tunus'tan aldığımız fener lambamız. Evin içinde kullandığımızda ortamı çok loşlaştırdığı için dışarıda süs olarak kullanıyoruz. Bazen ters çevirip içine mum koyuyorum renkli camları olduğu için hoş görünüyor. 


Bu da yemekhaneye gelen sebzelerin kasalarından aldığım uyduruk bir kasa. Yine de iş gördü. Üzerine hamur kabartma denedim ve oldu. Çok sevindim. Şimdi evde hamur yapmayı deneyeceğim tarifini arıyorum. Dışardan alınan dass hamurların paketini açınca hemen sertleşiyor. Kaç tane paketim ziyan oldu. Bir kere açınca hemen hepsini kullanamıyorum sonrasında da açılmıyor ne yazık ki. Evde yapıp dekopaj ile yapıştırmak bence daha kolay olur.


Buralar daha dolacak tabi ki böyle iki baykuşla yetinmeyeceğim. Deneme olduğu için biraz tereddütle yapmıştım. Neyse ki sonuç iyi :)


Eşim de dün altına tekerlek taktı. İçine şimdilik dergi koydum otururken bakarız diye ama asıl maksadım hobi malzemelerini içinde tutmak. Her seferinde bahçeye çıkart eve geri koy zor oluyor. Yazın nasılsa yağmur olmuyor, kolaylıkla bir kısmı dışarıda durabilir.


Bunlar da kağıt gibi minik gül çiçekler bahçemizdeki. Çimlerin içinde türediler birden. Çok pofuduk ve sevimliler. Adı ne bilmiyorum. Güzel görünüyorlar hoşuma gidiyor. Keşke çimenlerimin içinden de bir sürü renkli çiçek çıksa. Daha çiçek dikemedik saksılarıma, seraya gittiğimizde daha hiç çiçek açmamıştı bitkiler tuhaftır. Toprak ve çiçek almak istiyorum birkaç saksı, sardunya özellikle de ve sukkulent :) Domates ve biberleri de ekeceğiz inşallah yakın zamanda. 


Bu zihni sinir projeyi de web'de bir yerlerde gördüm bayıldım. İçine aslında korkunç ve dikenli bir çiçek ekmek istiyordum ama bulamadım, o yüzden şirin bir şey ekeceğim.

Beyaz her bir şeye yakışıyor ayrıca söylemeden edemeyeceğim. Elimden gelse her şeyi, her yeri beyaza boyamak isterim.


Arada sırada oynamak için seksek çizdim. Yanlış çizmişsin dediler ama olsun o an aklıma öyle geldi. Unutmuşuz! Keşke daha çok oyun oynayabilsek, keşke eşlik edecek birileri olsa. En azından eve gelirken seke seke geliyorum spor oluyor :)Bakınca da ruhum dinleniyor anılarda, o da yetiyor.


Bunlar da fenerlerim. Geçen sene doğum günümde hediye gelmişlerdi. Kullanmıyordum ama dayanamadım. İçine büyük mum alana kadar elimde son kalan ufak mumlardan koyuverdim. Fenerleri çok seviyorum. 


Bu da mühendis lokalindeki görevli Cezayirli arkadaşımız. Çok temiz ve kibar biri, o yüzden seviyoruz kendisini. Aşçılık okuluna falan gitti, güzel şeyler yaptığını söylüyor. Benim  yaptıklarımı da beğenip zaman zaman tarif istiyor ben de seviniyorum:) Keçi dostum da kimse ortalarda yokken lokale girmeye çalışıp yakalanmış:) Fırsattan istifade sevdim ben de. Ama bir boy ufak olan keçimiz daha şeker... Onun adını şeker koydum o yüzden, içimden öyle geldi..

Minik bir bahçe, elimizdeki imkanlarla ancak bu kadar güzel olabildi. Belki iki tane şezlong alma fikrimiz var. Ufak tefek birkaç sevimli projem daha var umarım yapabilirim. 

Hayatımıza eklediğimiz bu ufak mutluluklar, dört tarafı teller ile çevrili, her şeyden uzak bu şantiyede yaşamı çekilir kılıyor...

Pazar notları

$
0
0
Biliyorum pazarı çoktan geçtik. Ama benim aklımdaki ve içimdeki pazarlar hiç geçmiyor, özellikle de şu an bu kadar yaklaşmışken.

Baharla birlikte gelen diğer şeylerin yanında beni en çok etkileyeni sabretme güçlüğü oluyor. Güneşli zamanlar bir an önce tatil havasına girmek isteği doğuruyor içimde. Hiç bir zaman çalışma hayatını seven veya deli gibi kariyer yapmaya hevesli biri olmadım. Hayatın diğer detayları hep daha çok ilgimi çekti ve elbette yazmak. Hep yazabildiğim, okuyabildiğim ve gözlem yapabildiğim bir iş hayal ettim. Şu anda öyle bir işe sahibim evet peki ya sonra? İşte asıl sorun sonrası! Ama onu da sonraya bırakmam gerekiyor bir süreliğine... 


Kitapsız bir hayatı düşünmek komik geliyor, bir o kadar da anlamsız ve yıkıcı. Evinde kitap olmayan insanlar gördüm,  hatta gazete bile olmayanları tanıdım. Öyle bir his ki bu sanki yaşadıklarına dair bir iz görememiş gibi hissettim. Utanmasam nabızlarını yoklayacaktım. Okumadan nasıl devam edebilir ki insan bırakın hayatı, günün herhangi bir zaman diliminde. Ben elbette ki kimi zaman okumaya ara  veriyorum ama her gün mutlaka okuduğum bir şeyler oluyor. Çünkü ben böyle varlığımı devam ettirebiliyorum. 



Bu defteri çok severek aldım, evet o üstteki harika yazısı olanı kastediyorum. Ofisimde duruyor, zaman zaman güzel mavi ve yumuşak sayfalarına notlar alıyorum. Epeyce de kalın bir defter, hem baktıkça içim açılıyor hem yazdıkça yazasım geliyor. Bazı defterlerime kıyamam ama artık bu durum eskide kaldı, bir süredir saklamıyorum, kullanıyorum ve kafam rahat!


Her günümü geçirdiğim sandalyem. Kara tahta kağıdımı yeni yapıştırdım, oraya sözler yazıyorum kendimi iyi hissettirecek. Bir de gelenlere hatıra amaçlı bir şeyler çizdiriyorum hoşuma gidiyor. İnsanlar ofisime gelmekten mutlu oluyorlar çünkü etrafta onların dikkatini çekebilecek şeyler var. Sıkıcı ortamlarından 5 dk bile olsa uzaklaşmış olmalarına seviniyorum. Günüm bu karenin içinde geçiyor işte, ama aklımı burada tutmak benim için çok imkansız bir şey! O her daim uzakta...


Aaa bu sallandozları anlatmasam olmaz. Onları pek seviyorum. Yaşamın içindeki duruşları hoşuma gidiyor, sakinliklerini seviyorum. Ben bunca telaşa kapılmış bir haldeyken onlar durağanlar hep ama hep. Onların telaşları yaşamlarının kendisinde! Ve o boyunları, yavaş yavaş inip çıkışı ve minik antenleri, yaşama sevincimi artırıyorlar :)


Şu bakış benim sihirli bir bahçeye dalmamla eşdeğerde. Bu duruş gülümseme sebebim. Neden bu minik kalbi ben daha önce yaşamıma dahil etmemişim diye düşünüp duruyorum. O tipitip haliyle gözlerime mutluluk kalbime huzur dolduruyor :) Benim pamuk prensesim, şaşkın ördeğim, kurabiyem, tombuğum, küçük farem, vampirim, kibarım, tosbağam...Arka patilerinin tırnaklarının çıkmış olmasına dikkat çekmek istiyorum. Nedense o tırnaklar patilerine büyük geliyor, hiç içerde durmuyorlar her daim böyle bir santim öndeler, çok güldürüyorlar beni. Ön tırnaklar kesiliyor ama arkalarından gıdıklanıyor benim böceğim :) Maşallah ona. Hep hayatımızda mutlulukla olsun inşallah :) Seni seviyorum mavişim...

Biraz deniz havası, bir parça ekmek

$
0
0
Nedense burada havalar yaz sıcağına selam durduğunda Türkiye'de hep tam tersi oluyor. 'Ya burada da hava bugün çok güzel' diye konuştuğumuz zamanlar pek azdır herhalde. Havaların güzel oluşunu paylaşabilmek bile ayrıca güzel bir durum aslında. Hele havaların güzel gittiğini anlatabilecek ve yüzümdeki gülümsemeyi heyecanla gösterebileceğim birilerinin olması fikri bile güzelken. 

Eğer konuşabileceğim kimse yoksa etrafımda hemen soluğu kedimin dibinde alıyorum ve başlıyorum bırr bıırr ona günü anlatmaya. Çoğu zaman pek çok arkadaşımdan bile daha yakın oluyor o bana. 


Şu fotoğraf da günlerdir bakıp durduklarım arasında ilk sıralarda. Burası benim yazları tatillerimi geçirdiğim çocukluğumun yegane günlerini yaşadığım köy, Kefken. Artık köy olmaktan çıksa da hatıralarımda hep o eski haliyle var. Bu fotoğrafı çocukluk arkadaşımın kardeşi çekmiş geçenlerde. Görünce dayanamadım hemen kaydettim ve panoma da astım. Denize doğmuşum sanki diyorum bazen, beni bu denli çeken ne ki onda. Çoğu zaman gizli gizli kokusunu yolluyor bana ve kafamda canlanan tüm hatıralarla gidiyorum günü yaşamaya. Her zaman en çok olmak isteyeceğim yerlerin başında geliyor burası ve asla terk etmeye gönlümün razı olamayacağı. 

Hep ikinci evim olarak gördüm oradaki evi, teyzemin, anneannemin veya dedemin demedim benim evim dedim. O içinde cııır cııır odun böceklerinin gezdiği ahşap çatı katıyla sevdim orayı, gıcırdayan dolaplarıyla, bir türlü açmayı beceremediğim antika koskoca kilidiyle, ağzına kadar ıvır zıvır dolu olan ardiyesiyle, hobbit mutfağı gibi ufacık tefecik mutfağıyla, bahçe hortumundaki suda haşlanmalarımla, taşlarının ayaklarımı delmesiyle, beş çaylarında yenen perimeçler ve arkadaşlarımın akşam vakitlerinde adını bağırmalarıyla sevdim, seviyorum. 

 kaynak: pinterest

Ekmek deyince de hep böyle delik delik ekmekler gelir aklıma ve yanında bir parça peynir ve reçel. Üstüne sürmeyi hiç sevemedim reçeli, annem okula giderken peynirin üzerine sürüverince o ağzımda devasa bir lokmaya dönüşürdü, boğuşur da boğuşurduk dakikalarca. O ekmeğin kokusu doluyor içime en çok akşam üzerlerinde, bir parça tereyağına aşeriyorum yanında. İnsan bir parça ekmek, biraz peynir ve reçelle ne çok mutlu olabilir, hep bunu düşünüyorum. 

Şimdi en sevdiğim kitabımla, kağıtlarımı kalemlerimi toplayıp denize en yakın olabileceğim yere gitmek isterdim tabi yanımda bir parça ekmek ve peynirle, biraz vişne reçeli de olabilir. Gün daha nasıl güzel olabilir ki!

Cumartesi postası

$
0
0
Tüm düşündüklerim aslında sadece şu iki fotoğraftan ibaret belki de. Evet kabul pek çoğunun birbiriyle hiç ilişkisi olmasa dahi çılgınca çaba sarf ediyorum kenardan köşeden dokunsunlar değsinler birbirlerine diye. Ama bu çılgın dünyada yaşamak bile ucu ucuna. Ya baharlar da olmasa!

  Kaynak: www.fotothing.com/


Fotoğrafları buldum sayfalar arasında gezerken, üzerlerinde biraz oynadım mı oynadım; çünkü bu halleri mutlu etti beni. Şu banka uzanıp neler düşünebilirim dedim kendi kendime, o maviliğin içinde nerelere yolculuk yapar acaba dedim. O yukarıdaki sihirli ve sevimli kaktüste acaba kaç adet iğne vardır diye de düşündüm. Zaten bu sıra hep işim olmayan şeyleri düşünüyorum. Pek çok şeyi de detaylandırma huyu edindim kendime, eskiden böyle yapmazdım pek, tasvirleri, uzun ve incelikli detayları çok sevdiğimi fark ettim. 
Bir de ben domatesi sandviçin içinde sevmiyorum onu anladım, ekmeği ıslatıyor yok yere. Domates sadece domates olarak yenmeli, biraz tuz ve belki zeytinyağıyla. 30'lu yaşlarımda farkettiğim şeylere gülüp geçemiyorum, mıh gibi aklıma kazınıyorlar. Hoş hala 30 olduğuma inanamadım ya o ayrı bir mevzu.

Mayıs da geldi artık. Güzel geçsin ama geçsin, kendini yaza bıraksın. Artık serin havalardan sıkıldım. Sıkça işittiğim sözlerden, bir de bazı yüzleri görmekten ve bazılarını da görememekten feci halde sıkıldım. 

Keşke herkesin tüm derdi, bakmak ve anlamak olsa!
İyi ki geldin Mayıs...

Viewing all 277 articles
Browse latest View live